Video Kayıdı _ Adana ODTÜ Bilim Sohbetleri _ Ömer Yalçınkaya _ Yaşayanın Gözüyle Çin
Buraya Basınınız, Video Kaydını İzleyiniz
Zoom Toplantısının, Tanıtım Yazısı;
“Adana ODTÜ Bilim Sohbetleri” ‘ nin bugünkü konuğu “Ömer Yalçınkaya” ve “Yaşayanın Gözüyle Çin” bize bilgilerini paylaşacak
Bu haftanın sohbetinde
Niye Çin’i Seçtik, kısaca özetlemeye çalışacağım:
- Çin’i başka bir ülkeyi tanımak gibi değil de
Başka bir gezegeni tanımak gibi bir düşünceyle izlemek gerekli sanıyorum
Dinleyince bana hak vereceksiniz buna inanıyorum
- Çincenin alfabesi yok
Çincenin grameri de yok denebilir.
Çekimler ve zamanlar yok.
Dişi, erkek gibi cins ayırımı da yok.
Sözcükler takı da almıyor.
Ama Yapısal olarak dünyanın en basit dillerinden biri
Ayrıca tüm bunlara ilaveten; Çin halkının ve Çin’in
- Aynı topraklarda 5.500 yıl hüküm sürmesi
- Dünyanın her zaman kalabalık nüfusa sahip olması
- İnsanlık tarihinde en önemli buluşlarına bulması (Kağıt, Para, Barut, Pusula vs.)
- Çin Dünyaya sattığı mallar 1990 da %1,2 iken
2020 de %12,4 ile Dünya 1. si
- Mars a Araç indiren 2. Ülke olması
Yani kısaca saymak ile bitmeyecek ilkleri olmasından dolayı seçtik
Ömer Yalçınkaya Hocamız
5.500 yıllık bir tarihe sahip bir ülkeyi bize 60 dakika zaman aralığında
Anlatma imkanı olabilir mi?
Orada 2 yıl yaşamış, anlatım için yeterli mi?
Tabii ki yeterli değil
Ama
Hocamızın Çocukluğundan bu yana dillere çok yakın bir ilgi duyuyor.
Bu merakı ve ilgisi onu diller üzerinde araştırmalar yapmaya sevk etmiş
1984 yılında ODTÜ’deyken seçmeli olarak aldığı linguistics dersinde dönem tezi yazmak için Türk dillerini seçmiş.
Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Talat Tekin’in değerli desteğiyle Türk dilleri üzerinde araştırmalar yapmaya başlamış.
Bu çalışmaları ona Türkçenin derinliğini ve zenginliğini göstermiş.
Bu nedenle Türkçe ve Türk dilleri üzerine otuz altı yıldır çalışmalarını sürdürüyor.
Böyle meraklı birisi Çin de 2 yıl kalınca derin araştırmaya girmiştir
(Odtü mezunu bir abimiz olan Tanju Mutlu 7 yıldır orada kaldığından onunla tanışması 7 yıllık bilgiyi ondan alması da bu kadar bilgili olmasına sebep olmuştur)
Çok güzel bilgiler derlemiş
Aynı belgesel niteliğinde
Anlatınca göreceksiniz, O kadar farklı konularda bilgi veriyor ki.
Ben o kadar Çin ile ilgili çok yayın okudum.
Anlatımındaki bilgileri hiçbir yayında karşılaşmadım.
Gramerine bile kısaca değiniyor
İnsan Çin hakkında soracağı soruların, sorulmasına gerek bırakmadan
Bilgileri önümüze hap gibi sunuyor
Sonuç olarak Çin e gitsek de, gitmesek de
Bu Odtü’lü kardeşimizden öğreneceğimiz çok yararlı bilgiler var
Ayrıca;
Hocamız o kadar meraklı ki 8 dil biliyor.
80 ülkede bulunmuş bir dünya gezgini.
Yaptığı gezilerle birlikte yurt dışında geçirdiği toplam süre yirmi yılın üzerinde.
Bugüne kadar on altı ülke yazısı var
Bunların bir bölümü geçtiğimiz yıllarda İz Tv belgesel kanalının internet sitesinde yayınlandı.
Fotoğraf ve belgesel tutkunu
Medya Günlüğü’nde serbest köşe yazarı.
Ülkeler, diller ve güncel konulara ilişkin yazdığı kırkın üzerinde araştırma inceleme yazısı bu sitede yayınlanmaktadır.
“Medya Günlüğü” internet sitesinde 58 yazısı var
Bu Pazar saat 14:00’da bizimle dinlemeye ne dersiniz?
Tarık Başçıl _ 30 Mayıs 2021
Ömer Yalçınkaya Öz Geçmişi:
26.04.1963 Ankara doğumlu.
ODTÜ Ekonomi Bölümü’nden 1985 yılında mezun oldu.
IBM, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Siemens ve Koç Grubu’nda çalıştı.
ABD, Polonya, Rusya, Özbekistan, Kazakistan, Ukrayna ve Çin’de toplam on sekiz yıl yaşadı ve çalıştı.
Gideceği ülkeler hakkında önceden araştırmalar yapıyor.
Kendi seyahat planlarını oluştururak hedeflenen yerleri ziyaret ediyor.
Yapmış olduğu araştırmaları, dönüşünden sonra kendi gözlemleri ve yerinde edindiği bilgi ve deneyimlerle birleştirerek ülke yazıları hazırlıyor.
Çocukluğundan itibaren pul ve kağıt para koleksiyonu yapıyor.
Dünyanın sayılı banknot uzmanlarından biri.
1960 yılından günümüze kadar dünyada basılmış tüm paraları ayrıntılarıyla biliyor ve birçoğunu da koleksiyonuna katmış, ileri düzeyde bir koleksiyoncu
Uluslararası Banknot Cemiyeti’nin (International Bank Note Society) 1994 yılından bu yana üyesi
11 yıldır yönetim kurulunda
3 yıldır da başkan yardımcılığı görevini yürütmekte.
Cemiyetin dergisi olan IBNS Journal’da altı araştırma makalesi yayınlandı. Ayrıca Banknotes of Kazakhstan adında İngilizce, Rusça ve Kazakça olarak yayınlanmış kitapları var.
İleri düzeyde İngilizce, Rusça, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Türkmence, orta düzeyde Ukraynaca, Fransızca ve biraz da Mandarin Çincesi biliyor.
Emekli. Ancak boş durmayı sevmiyor.
Kendisinin Medya Günlüğü’nde yayınlanan tüm yazılarına aşağıdaki profil sayfasından ulaşılabilir:
1999 - 2019 yılları arasında Çin Halk Cumhuriyeti’nin farklı bölgelerini birçok kez ziyaret etti.
2007 yılında Qingdao’da ve 2017-2019 yılları arasında Şanghay’da toplam iki yıl çalıştı.
Çin’in ekonomik ve sosyal gelişimi hakkında araştırmalar yaptı.
Medya Günlüğü’nde Çin ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi hakkında yayınlanmış yazıları bulunmaktadır.
![](https://www.blogger.com/img/transparent.gif)
Kendilerine Congguo, “Merkez Ülkesi” adını veriyorlar. Çinliler,
antik dönemden bu yana kendilerini dünyanın merkezinde görmüşler.
Dokuz milyon beş yüz yetmiş iki bin kilometrekare ile Rusya ve Kanada’dan sonra
dünyanın üçüncü büyük ülkesi. 1.35 milyarlık nüfusu ile en kalabalığı. 14 ülke
ile sınır sahibi olarak en fazla komşuya sahip. 56 farklı etnik çeşitliliği ile
dünyanın en karmaşık mozaiklerinden biri.
Bu defa yolculuğumuz, tarihimiz boyunca etkileşim içinde olduğumuz, fakat yine
de bizim için bilinmezlikler saklayan bu gizemli diyara…
Çin, neolitik çağlardan bu yana, yaklaşık 10,000 yıldır, insanların yaşadığı
bir ülke. Bu dönemlere ilişkin kayıt bulunmadığı için fazla bir şey söylemek
mümkün değil. Ancak 4000 yılı aşkın bir hanedanlık tarihi var. İlk yazılı
kayıtlar 3200 yıl öncesine kadar gidiyor. Bizim yazılı tarihimizin 2000 yıla
bile ulaşmadığı düşünülürse, aramızda büyük bir fark olduğu söylenebilir. Türk
Tarihi’ni ilk olarak kaleme alanlar Çinli tarihçiler oldu. Kendi
tarihimizi başkalarından öğrenmemiz oldukça ironik değil mi?
Çin tarihinde 30’dan fazla hanedanlık ve 557 imparator var. Hanedanlıklardan en
önemlileri, ilk imparatorluk hanedanlığı olan Qin Hanedanlığı ve 1271’den
1912’ye kadar gelen son üç hanedanlık. Sırasıyla Yuan Hanedanlığı, Ming
Hanedanlığı ve en sonunda Qing (Çing diye telaffuz ediliyor ve pek çok Batı
dilindeki ülke ismi de buradan geliyor) Hanedanlığı. Bunlardan, Yuan
Hanedanlığı’nın kurucusu Moğol Hükümdar Kubilay Kağan. Çin’i istila ettikten
sonra bu hanedanlığı kurmuş. Ming Hanedanlığı döneminde yönetim, Han ırkından
gelen Çinlilerinin egemenliğinde geçmiş. Son hanedanlık olan Qing Hanedanlığı
ise, aslında Mançu (Mançuryalı) imparatorların kurduğu bir hanedanlık.
Ben burada Çin’in eski tarihine girmeyeceğim. Çok uzun ve derin bir konu.
Ancak Çin’in binlerce yıllık tarihinde en fazla etkileşimde oldukları
iki unsur var: Türkler ve Moğollar. Yapıldığı dönem göz önüne
alındığında, akıllara durgunluk veren bir proje olan Çin Seddi’nin, bu iki
tehdide karşı yapıldığı bilinen bir gerçek. Ne var ki Moğollar’ın Çin’i istila
etmesine engel olamadığı da bir başka gerçek.
Moğollar’ın Çin’de, günümüze kadar uzanan izler bıraktığını biliyoruz. Pekin’i
ilk kuranlar Moğollar. Çin’de ilk kağıt parayı basanlar Moğollar. Peki ya
Türkler? Aynı şeyi söylemek mümkün değil. Türkler, yönlerini Batı’ya
çevirdikten sonra, bölgede sadece azınlık unsurları olarak kaldılar.
Çin’de yaşayan Türk halkları arasında Uygurlar başı çekiyor. Resmi rakamlara
göre, Çin’de on milyon Uygur yaşıyor. Uygurlar, bu rakamın daha yüksek olduğunu
iddia ediyorlar. Uygurlardan sonra, nüfus büyüklüğüne göre sırasıyla Kazaklar,
Kırgızlar, Salar Türkleri, Yugurlar (Sarı Uygurlar), Özbekler ve Tatarlar var.
Çin’de yaşayan Türk kökenli azınlıkların toplam nüfusu, resmi olarak on iki
milyona yaklaşıyor.
Uygurlar’a ilişkin daha fazla ayrıntıyı yazının Sincan Uygur Özerk Bölgesi ile
ilgili ikinci bölümde vereceğim.
Çin’i oluşturan toplam 56 etnik grubun içinde ezici çoğunluğu, kendilerine Han
Zu adını veren Han Çinlileri oluşturuyor. 1.22 milyar ile genel nüfus içindeki
payları %92. Tayvan ve değişik ülkelerde yaşayanlar da eklendiğinde, dünyada
toplam 1.31 milyar Han Çinlisi yaşıyor. Bu rakam da bize, bugün 7.3 milyar olan
dünya nüfusunun %18’inin Han Çinlisi olduğunu gösteriyor. Neredeyse her beş
kişiden biri Han Çinlisi…
Hangi Çince?
Ancak Han Çinlilerinin hepsi aynı dili konuşmuyor. Ülkenin resmi dili Pekin’de
konuşulan ağzı ile Mandarin Çincesi. Ülkenin kuzey, orta ve doğu bölgelerinde
ve Tayvan’da bu diyalekt konuşuluyor. Guangdong Eyaleti’nde, Hong Kong ve
Makau’da yerleşmiş adıyla Kanton Çincesi konuşuluyor. Kanton Çincesinin resmi
adı Yue Diyalekti. Bölgede ayrıca Hakka, Xiang, Gan, Ping ve Min gibi farklı
diyalektler bulunuyor. Bunlar birbirlerini belli ölçülerde anlayabiliyorlar.
Şanghay’ı da içine alan Doğu Eyaletleri’nde ise Wu Diyalekti konuşuluyor.
Mandarin, Kanton ve Wu Diyalektleri birbirlerini anlamıyorlar.
Yalnız işin ilginç tarafı, birbirlerini anlamayan bu dillerin, yazı
sistemlerinin tıpatıp aynı olması. Böylece konuşarak birbirlerini anlayamayan
insanlar, yazışarak tamamen anlaşır hale geliyorlar. Çinliler, siz onları
anlamayınca, söylediklerini hemen bir kağıda yazıp veriyorlar. Yazışarak
anlaşma geleneğinden kaynaklanan bir alışkanlık. Ayrıca tüm televizyon
programları, söylenen şarkılar dahil, alt yazı ile veriliyor. Çince bir film,
yine Çince alt yazı ile gösteriliyor. Konuşma dilinden bir şey anlayamayanlar,
yazı dili ile işi çözüyorlar.
Mandarin ve Kanton Çincesi arasındaki telaffuz farklılıklarına birkaç belirgin
örnek verelim:
Mandarin
(Pinyin)
Kanton
中国 Congguo
(Zhongguo) Çangwa
北京 Beijing
(Beijing)
Peking
毛泽东 Mao Zedong (Mao Ze-dong) Mao
Çetung
蒋介石 Jiang Jieşi
(Jiang Jie-shi) Çang Kai Şek
Pinyin dediğimiz, Mandarin Çincesinin Latin Alfabesi ile standart yazılışı. Çincede
kullanılan farklı tonlar, pinyin yazı sisteminde entonasyon işaretleri ile
gösteriliyor. Çinliler Latin Alfabesi’ne geçseler nasıl olurdu derseniz, işte
pinyin gibi olurdu.
Her seferinde sözlerin okunuşunu yazmamak için pinyin sistemindeki bazı
harflerin, genel kullanıma aykırı olan telaffuz şekillerini, aşağıda göstermek istiyorum:
Pinyin Karşılık gelen ses
Ch
ç
J
Tam j değil, j ile ç
arasında bir ses
Q
ç sesine çok yakın
X
resmi olarak ş ancak s
olarak da okunabiliyor
Zh
c sesine çok yakın
Çincenin alfabesi yok. Hanzi adı verilen resme dayalı bir yazı
sistemi. Bu sistemi Japonlar (Kanji) ve Koreliler de (Hanja) kullanıyorlar. Her
bir karakter, bir heceye karşılık geliyor. Bir gazeteyi okuyabilmek için 4-5
yıl eğitim görmek gerekiyor. Toplamda altmış bine yakın karakter var. Yaygın
olarak kullanılanlar ise yaklaşık on bin tanesi.
Çincenin grameri de yok denebilir. Çekimler ve zamanlar yok. Dilimizde olmayan
ancak Hint-Avrupa Dilleri’nde gördüğümüz tanımlıklar da (article) yok. Dişi,
erkek gibi cins ayırımı da yok. Sözcükler takı da almıyor. Sadece hecelerin
birleşmesi ile yeni sözcükler türetiliyor. Yapısal olarak dünyanın en basit
dillerinden biri. İşi zorlaştıran alışık olmadığımız tonlardan oluşan ses yapısı
ve yazı karakterleri.
Çince, kendi içinde kapalı ve ses sistemine dayanmayan bir dil olduğu için,
yabancı sözleri Çince yazmak çok zor hale geliyor. Bazen de komik bir hâl
alıyor. İşte size birkaç örnek:
Orijinal söz ya da isim Çincede söyleniş biçimi
Telefon
Delufeng
Motor
Mada
Hamburger
Hanbaobao
Disko
Disike
Golf
Gaoerfu
Mc Donalds
Meydınlau
Marlboro
Wanbaolu
Davidoff
Daveidufu
Dünya dillerine yayılan bir Çince sözcük var ki eşi benzeri yok! Bu da çay!
Yazılışı 茶. Min
Diyalektindeki telaffuzu te, Mandarin Diyalektinde ise ça (cha’).
Batılılar, Amoy Limanı’ndan gemilerine yükledikleri bu bitkiye “te/tea” adını
vermişler. Aynı bitkiyle, İpek Yolu sayesinde tanışan Asya halkları ise “çay”
demişler. Türk Dillerinin yanı sıra Moğolca, Rusça, Farsça, Arapça, Hintçe,
Urducada çay olarak anılıyor. Böylece dünyada çayı herkes Çince söylüyor, ama
farklı diyalektlerle…
Çince, dilimize göre çok farklı yapıya sahip. Ancak ilginç bir ortak nokta
dikkatimi çekiyor: Çincede soru sözleri cümlenin sonuna getirilen ma eki ile yapılıyor.
Aynı özellik, dilimize yakın akraba olan Moğolcada ba şeklinde. Ancak Altay
Dilleri ile hiçbir yakınlığı olmayan Çincedeki bu durum şaşırtıcı ve
düşündürücü. Belirtmeden geçemedim.
Çin Tarihinden Kilometre Taşları
Çin’in eski tarihine girmeyeceğim dedim. Ancak yakın tarihinde, bugünkü Çin’i
şekillendiren bazı kilometre taşları var. Bunlar, 19. yüzyılda İngilizlerle
girilen Afyon Savaşları, Japonların Çin’i işgali, 1949 Komünist Devrimi, 1966
yılında Mao’nun başlattığı Kültür Devrimi ve 1980’lerin başında yaşanan dışa
açılma hareketi.
Şimdi kısaca bunların ne olduğunu görelim:
Afyon Savaşları:
Önce İngilizlerle yapılan Afyon Savaşları’na değinelim. İki Afyon Savaşı var.
İlki 1839-42 yıllarında İngilizlere, ikincisi ise 1856-60 yıllarında
İngilizlere ve Fransızlara karşı yapılıyor.
İşin özü İngiltere’nin, Çin’den yaptığı ticarette saklı. İngiltere’de, Çin’in
ürettiği çay, ipek ve porselene çok yüksek bir talep vardı. Ancak Çin, İngiliz
tüccarlar için neredeyse kapalıydı. Sadece Kanton Limanı’ndan mal
alabiliyorlardı. Çinliler ticarette sadece gümüş kabul ediyorlardı. Bu da, İngiltere’nin
gümüş rezervlerinin hızla tükenmesine yol açtı.
Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu. Çin’e afyon satılması düşünüldü.
Dünyanın ilk denizaşırı şirketlerinden biri olan British East Indian Company,
Hindistan’da ürettiği afyonu, Çin’e yasa dışı yollardan sokarak, buradan elde
edilen gelirle ihtiyaç duyduğu ürünleri almaya başladı. Çin Hükümdarı, konudan
haberdar olunca afyon ticaretini yasakladı ve Bölge Valisi Lin Zexu’ya duruma
el koymasını emretti. Ele geçirilen yirmi bin balya afyon imha edildi.
Bunun neticesinde savaş patlak verdi. Silahlı gücü İngilizlere göre zayıf olan
Çin savaşı kaybetti. 1842’de imzalanan Nankin Anlaşması ile hem ticaret
üzerindeki kontrolünü yitirdi hem de önemli bir ticaret limanı olan Hong Kong’u
kısmen İngilizlere vermek zorunda kaldı. İmha edilen afyonun bedeli olarak 21
milyon gümüş dolar İngiliz Hükümeti’ne ödendi.
İngiltere’ye Nankin Anlaşması ile elde ettiği kazanımlar yetersiz gelmeye
başlamıştı. İngiltere, afyon ticaretinin yasallaşmasını, Çin’in tüm limanlarının
İngiliz ticaretine açılmasını ve İngiliz tacirlerine tüm Çin’de hiçbir
kısıtlama olmaksızın dolaşma hakkının ve ticarî ayrıcalıkların verilmesini
istiyordu. Uzak Doğu’da söz sahibi olmaya başlayan Fransa’nın da benzer
talepleri vardı. Guangşi Eyaleti’nde, Fransız Misyoner Rahip Auguste
Chapdelain’in öldürülmesini bahane eden Fransa, İngiltere’nin yanında yer
aldı.
İngilizler diplomatik bir başarı ile ABD ve Rusya’nın da desteğini aldılar.
1856-60 yılları arasında İkinci Afyon Savaşları yaşandı. Sonu başından belli
olan savaş, Çin’e pahalıya mal oldu. Çin’de afyon ticareti yasallaştı.
Neredeyse tüm stratejik limanlar yabancılara açıldı. Yabancılara kapalı olan
bir çok bölgede, onların serbestçe hareket etmelerine izin verildi. O güne
kadar kapalı bir şehir olan Pekin’de yabancı devletlerin elçilik açmaları
sağlandı. Yangtze Nehri’nde yabancı bandralı gemilere seyrüsefer imkanı
verildi. Bu değişimler modern Çin’i şekillendirecek kadar önemliydi.
Aynı dönemde Çin’in Güney’inde bir de ayaklanma patlak verdi. Tarihe, Taiping
Ayaklanması olarak geçen bu olay, Hong Xiuquan ismindeki bir delinin, kendini
Hz. İsa’nın kardeşi olarak ilan etmesi ve Mançur kökenli Qing Hanedanlığı’na
başkaldırması ile başladı. 1850-64 yılları arasında meydana gelen çatışmalarda,
en az 20 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor. 19. yüzyıl, Çin için bir
felaketler asrı olmuştu. Ancak Çin’in çilesi daha henüz bitmemişti...
Dört Bin Yıllık Hanedanlığın Sonu
Yabancı ülkelere karşı zayıf düşen Çin’de iç karışıklıklar da birbirini izledi.
20. yüzyılın başlarına kadar daha birçok bölgesel ayaklanmalar oldu. M.Ö. 2100
yılından beri süre gelen dört bin yıllık Çin Hanedanlığı, 1912 yılında yıkıldı
ve milliyetçi lider Sun Yat Sen önderliğinde Çin Cumhuriyeti kuruldu.
Ancak iç karışıklıklar bundan sonra da sürdü. Ekim Devrimi’nin etkisiyle Çin’de
de ciddi bir komünist örgütlenme gerçekleşmekteydi. Sun Yat Sen’in 1925 yılında
erken ölümünün ardından, milliyetçi Kuomintang’ın başına Çang Kay Şek geçti.
Devrimcilerle mücadeleye girdi. Bu da iç savaş demekti.
1931 yılında Çin Komünist Partisi (ÇKP) Başkanı Mao, Jiangxi Eyaleti’ni merkez
üs yaparak, Çin Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan etti. 1934-35 yıllarında Mao
önderliğinde başlatılan Uzun Yürüyüş ile sonradan Çin Halk Kurtuluş Ordusu
adını alacak olan Kızıl Ordu, özellikle köylülerden aldığı destek sayesinde,
hızla büyüdü.
Japon İşgali
1937 yılında Japonya, Çin’in Mançurya Bölgesi’ni işgal etti. Mao, Japonların
baskısı ile 1937 yılında Çang Kay Şek’in liderliğini tanıdı ve kurduğu Çin Sovyet
Cumhuriyeti’ni lâv etti. Japon işgali, Şanghay ve Nankin’in de ele geçirilmesi
ile devam etti.
Japon işgaline karşı, Stalin’in başta olduğu Sovyetler Birliği, Çin Komünist
Partisi’ne önemli parasal ve askeri yardımlarda bulundu. 1945 yılında Japonya’nın
teslim olmasının ardından Mançurya, İç Moğolistan ve Kore’nin kuzeyi, Sovyetler
Birliği’nin etki alanına girdi. Bu bölgelerde komünist örgütlenmeleri hızla
gelişti. Daha sonra Güney Sahalin’i topraklarına katan SSCB, Mançurya ve İç
Moğolistan’ı Çin’e iade etti.
Japonlarla savaşın bitmesinin ardından, Kuomintang ile ÇKP arasındaki
gerginlik, çatışmaya dönüştü. Çin, tekrar bir iç savaşa girmişti. Sovyetler’in
ele geçirdiği bölgelerden gelen önemli destek sayesinde ÇKP gücünü katladı ve
milliyetçilere karşı avantajlı duruma geldi.
1946’da patlak veren iç savaş 1949 yılında komünistlerin zaferi ile sona erdi.
1 Ekim 1949 günü Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Kuomintang’ın Lideri Çang Kay Şek ve milyonlarca milliyetçi, 1949 sonunda
Tayvan’a kaçtılar ve orada Çin Cumhuriyeti’ni kurdular. Ticari avantajlar
karşılığında, sadece birkaç küçük ülke tanıdı Tayvan’ı. Çin, Tayvan’ın, Çin’in
bir parçası olduğunu iddia ediyor ve “One China” (Tek Çin) politikasını
sürdürüyor.
Çin’de Komünist Devrim, uzun yıllar süren savaşların ardından başarılı olmuştu.
Maliyeti de çok büyüktü. 1937 yılında Japon işgalinden, 1949 yılında Çin Halk
Cumhuriyeti’nin ilan edilmesine kadar olan savaşlarda 35 milyon insanın
hayatını kaybettiği düşünülüyor. 1945 yılında Çin’in toplam nüfusunun 500
milyonun altında olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, bu çok büyük bir
kayıp!
SSCB’nin desteği ile hızlı bir kalkınma hamlesine girişildi. Çin ve SSCB, 1950
yılında patlak veren Kore Savaşı’nda da komünistlerin yanında olacaklardı. 3
yıl süren savaşın ardından Kore’nin yarısı özgürleştirilmiş ve bir dost
sosyalist hükümet de Pyongyang’da kurulmuştu.
Ama tam da 1953 yılında Yoldaş Stalin öldü. Ardından SSCB’nin başına geçen
Hruşçov (biz onu Kruşçev adıyla tanırız) Çin ile ilişkilerine başta çok büyük
önem verdi. 1954-59 yılları arasında SSCB, ulusal gelirinin %7’sini Çin’e
verdi. O güne kadar görülmüş en büyük teknoloji transferi iki ülke arasında
yaşandı.
Ancak 1956’dan itibaren ilişkilerde soğuma dönemi başladı. Mao, SSCB’yi
Stalin’in politikalarından uzaklaşmak ve Batı’ya yakınlaşmakla suçlamaya
başladı. Stalin’in ilişkilerini kestiği Yugoslavya ile SSCB’nin yeniden ilişki
tesis etmesi Stalin’e ihanetti. Devrimci ilkeler hiçe sayılıyordu. Bunlara
karşılık olarak 1958’de Hruşçov, 7 günlük Çin ziyaretini 3. gününde kesiyor ve
Moskova’ya geri dönüyordu. SSCB, Çin’e atom bombası verme planını da rafa
kaldırdı.
1961 yılında ÇKP Genel Kongresi’nde, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP)
resmen revizyonist politikalar izlemekle suçlandı. İki sosyalist ülke, adeta
birbirlerine düşman olmuşlardı.
1956 yılında "Yüz Çiçek Kampanyası" başlatıldı.
Taocu felsefenin Yüz Okul kavramından esinlenen kampanyanın sloganı “Yüz çiçek
açsın, yüz okul yarışsın” idi. Amaç, aydınların düşüncelerini açıkça
tartışmalarıydı. Ancak kısa sürede ÇKP’ye eleştiriler sertleşti ve yönetimi
sarsan bir hal aldı. İyi niyetli fakat başarısız bir deneyimdi. (Nedendir
bilmiyorum ama, bu slogan ülkemizde “yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın”
olarak anıldı.)
Büyük Atılım=Büyük Açlık!
Yalnızlığa itilen Çin’in, titreyip kendine gelmesi gerekiyordu. Afyon
bağımlılığının insanlar üzerine serptiği ölü toprağını üstünden atmanın vakti
gelmişti.
1958 yılında Büyük Atılım başlatıldı. Toprak sahiplerinin elinden alınan
topraklar, köylülere dağıtıldı. Özel tarım işletmeleri kapatıldı. Tarımda
çalışan milyonlarca insan, sanayinin öncüsü olarak görülen demir çelik
fabrikalarına gönderildi. 1960 yılında yaşanan aşırı kuraklık da üstüne tuz
biber ekti. 1958’de 200 milyon ton olan tahıl üretimi, 1960 yılında 143 milyon
tona düştü.
1961 yılına gelindiğinde, sonuç bir felaketten başka bir şey değildi.
"Büyük Atılım", "Büyük Açlık"a dönüşmüştü. Milyonlarca
insanın hayatına mâl oldu. Çin’in resmi istatistiklerinde 15 milyondan fazla
insanın açlıktan öldüğü belirtiliyor. Batılı bazı araştırmacılar ve tarihçiler
bu rakamı 45 milyona kadar çıkarıyorlar.
Bu yapılanlar dünyada bir ilk değildi. Mao’nun yoldaşı Stalin, 1920’lerin
sonlarında ve 1930’ların başlarında benzeri uygulamalarla, Sovyetler
Birliği’nde trajedik bir açlığa ve milyonların ölümüne sebep olmuştu. Mao
tarihten ders almamıştı...
Yanlışı kendinde aramak yerine Mao, ortaya çıkan kötü sonuçlardan burjuva
zihniyetini ve eski inançları sorumlu tutuyordu. Bunlardan kurtulmanın yolu
Kültür Devrimi yapmaktı...
Kültür Devrimi
Bizim kısaca Kültür Devrimi dediğimiz olgu, Çin’de Büyük Proleter Kültür
Devrimi olarak bilinir.
Komünist Devrim’in lideri Mao, toplumda hâlâ var olan burjuva değerlerinden ve
geleneksel inanışlardan kurtulmadan, sosyalist bir toplumun kurulamayacağını
düşünüyordu. Ayrıca burjuvalar ve muhafazakarlar, kapitalizmin geri gelmesi
tehdidini barındıryordu. Toplum, eski gelenekler, eski kültür, eski
alışkanlıklar ve eski düşüncelerden arındırılmalıydı. Bunların yerini proleter
değerleri almalıydı. Mao’ya göre bu hedefe ulaşmanın yolu sınıf mücadelesinden
geçiyordu. Gençlik örgütlenmesi içinde Kızıl Muhafızlar adı verilen birimler
oluşturuldu.
Kızıl Muhafızlar, şehirlerde eğitim görmüş gençlerdi. Bu gençler, kırsal kesime
gönderilerek, köylülerde devrimci bilinç yaratmakla görevlendirildiler. Bu
dönemde toplam 17 milyon gencin kırsal kesime gönderildiği hesaplanıyor.
Diğer taraftan, başta ÇKP olmak üzere, toplumun tüm kesimleri, karşı devrimci
unsurlardan temizlenmeliydi. Herkesin eline, Mao’nun “Küçük Kızıl Kitap”ı
verildi. Kültür Devrimi süresince bu kitabın 5 milyar adet basıldığı tahmin
ediliyor. Karşı devrimci olarak nitelendirilen yazarlar, sanatçılar, düşünürler
ve diğer entelektüeller çalışma kamplarına gönderildi.
Toplum, Mao’nun kurallarına kesin itaat eder hale getirildi. Askeri bir
disiplin topluma egemen oldu. Kadın erkek, herkes artık tek tip kıyafet
giyiyordu. Toplum bir askerî kışlaya dönmüştü.
Ancak şunu da belirtmek lazım: Bu dönemde kazanılan iş ve çalışma disiplini,
birkaç on yıl sonra, Çin’in tercih edeceği pazar ekonomisine geçiş döneminde
çok etkili bir rol oynayacaktı.
Büyük Proleter Kültür Devrimi, Mao’nun 1976 yılında ölümü ile son buldu. Son on
yıl, Çin’e pahalıya mâl olmuştu. Sosyalist temeller oluşturma adına geçen on
yılda, 40 milyona yakın insan yargılandı. Milyonlarca yetişmiş insan ya
öldürüldü, ya kamplarda çalıştırıldı ya da sürüldü. Ölenlerin sayısının 3
milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. İbadet özgürlüğü ortadan kaldırıldı.
Budist ve Müslüman azınlıklar üstünde çok büyük bir baskı kuruldu. Kültür
Devrimi, belki de en çok etnik azınlıklar üzerinde tahribat yaptı.
Bu arada şunu da belirtmek lazım; biz Çinlileri daha çok Budist olarak biliriz,
ama aslında sadece %15 kadarı Budisttir. Budistlerin çoğu da
farklı bir ulus olan Tibet kökenlilerdir. Çinlilerin büyük çoğunluğu
ateisttir.
Emekçi sınıfının yönetmesi gereken bir düzende, emekçiler seslerini çıkartamaz
hale gelmişti. Her türlü eleştiri, karşı devrimci olarak yorumlanabilirdi. Bu
düzenin böyle devam edemeyeceği aşikârdı.
Deng Xiao Ping
Dönemi
Mao’nun ölümünün ardından halefi olarak gösterdiği Hua Guofeng başa geçtiyse
de, deneyimli siyasetçi ve Mao’nun yakın yoldaşı Deng Xiao Ping 1981 yılında
yaptığı akıllı hamleler sayesinde Çin’in başına geçti.
Çin için artık yepyeni bir dönem başlamıştı. Ama önce eskinin yanlışlarının
temizlenmesi gerekiyordu. Öncelikle günah keçisi tespit edildi. Bu, Kültür
Devrimi’nin lideri Mao’nun arkasında olayları yönlendiren Dörtlü Çete’ydi.
Başı, Mao’nun eşi Jiang Qing çekiyordu. Çetenin diğer elemanları Zhang Chunqiao,
Yao Wenyuan ve Wang Hongwen idi.
O günleri yaşayanlar, Mao’nun eşi Jiang Qing’in mahkemede sergilediği saldırgan
tavırları, televizyon haberlerinden hatırlayacaklardır. Tabii bu davranışların
kendisine bir faydası olmadı. Tüm çete üyeleri, işledikleri insanlık
suçlarından dolayı, ölüm cezasına çarptırıldılar. Cezaları sonradan ömür boyu
hapse çevrildi. Jiang Qing, 1991 yılında bulunduğu cezaevinde intihar etti.
Diğerleri 1992 ve 2005 yıllarında cezaevinde öldüler.
Dörtlü Çete’nin cezalandırılması, Kültür Devrimi’nde rol almış kişiler için bir
ders niteliğindeydi. Geçmişin muhasebesinin de yapılması anlamını taşıyordu.
Deng. akıllı siyasetini, Mao konusunda da sürdürerek, şu sözleriyle bir anlamda
onu aklıyordu: “Mao %70 iyi, %30 kötüydü”.
Deng Xiao Ping’in oğlu Deng Pu Fang, 1968 yılında babası ÇKP’nin Genel
Sekreteri olduğu halde, Kızıl Muhafızlar tarafından işkence görmüştü. Uğradığı
haksızlığa tepki olarak, kendini bulunduğu binanın üçüncü katından aşağı atarak
intihar girişiminde bulunmuş, ancak ölmemiş ve ömür boyu sakat kalmıştı.
Kültür Devrimi döneminde üniversite giriş sınavları kaldırılmıştı. Alınan ilk
önlemlerden biri bu sınavların tekrar açılmasıydı. Milyonlarca genç eğitimsiz
kalmıştı. Hızlı bir eğitim seferberliğine girişildi.
Deng, ülkesinde işe muhtaç, sayıları yüz milyonlara varan, dev bir iş gücü
olduğunun farkındaydı. Var olan iş gücü, verimsiz devlet işletmelerinde
çalışıyordu. Bu uyuyan devi uyandırmak gerekiyordu. Bunun da tek yolu
sanayileşmekti.
Sanayileşmek için ileri düzey teknoloji ve know-how gerekiyordu. Önlerinde
model olarak Japonya ve Asya Kaplanları duruyordu. Bunlar, başta sanayi
casusluğu ile başlamış ve yabancı sermaye yatırımlarını kendilerine çekerek
teknoloji transferi yapmışlardı. Çin için de aynı yol mübahtı.
Bunun için öncelikle partinin, toplumun önüne koyduğu engeller kaldırılmalıydı.
Serbest girişimin önü açılmalıydı.
Bir başka olmazsa olmaz, Çin’in dünya ekonomisiyle bütünleşmesiydi. Çünkü
yapılacak üretim dış pazarlara yönelik olmalıydı. Bu da dünyaya kapılarını
açmadan ve entegre olmadan olacak iş değildi.
1980 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, IMF’ye ve Dünya Bankası’na üye oldu. IMF’ye
Çin Cumhuriyeti 1947 yılından beri üye idi, 1980’de yerini Çin Halk Cumhuriyeti
aldı.
1983 yılında dinlediğim, BBC Radyosu’nda yayınlanan bir program Çin’i konu
alıyordu. Shenzhen’de kurulan serbest bölgenin yabancı yatırımcılara açıldığı
belirtiliyordu. Bölgeye ilgi çok büyük olmuştu. Bugün gibi aklımda, programa
katılan bir yorumcu “bir dev uyanıyor” ifadesini kullanmıştı. Bu gerçeğin ta
kendisiydi!
Shenzhen Özel Ekonomik Bölgesi bir ilkti. Onun ardından onlarca serbest bölge
açıldı. Bunların bazıları İhracat Geliştirme Bölgesi (Export Development Zone)
olarak adlandırıldı.
Amaç, Çin’i dünya için üreten, bir ihracat devine dönüştürmekti. Öyle de oldu.
İstikrarlı uygulamalar girişimcinin önünü açtı. Yabancı sermaye, Çin’e oluk
oluk akmaya başladı. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan eğitimli ve sermaye
sahibi Çinliler, bu sürece dışarıdan destek verdiler.
İngiltere’ye 1898 yılında 99 yıllığına kiralanan Hong Kong, 1997 yılında Çin’e
iade edildi. 1999 yılında, benzer şekilde Makao, Portekiz’den geri alındı. Çin,
buradaki yatırımları güvence altına aldı ve yeni ideolojiyi “Bir ülke, iki
sistem” adıyla özetledi.
Deng 1997 yılında öldü. Ardından gelen liderler, onun açtığı yoldan yürümeye
devam ettiler. Deng, Çin’i dünyaya açan kişi olarak büyük bir saygıyla
anılıyor...
Mümkün olduğunca “kısa” değinmeye gayret ettiğim kilometre taşları, Çin’in
bugününü doğru anlamak için gerekiyordu. Bunları göz önüne almadan Çin’in
gerçeklerini anlamak imkansız.
İnanılmaz Çin!
Bugün ulaşılan nokta gerçekten çok çarpıcı ve etkilenmemek mümkün değil:
2017 yılı verilerine göre doğrudan yabancı yatırımların toplamı 1.5 trilyon
dolar. 3.2 trilyon dolarla, dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahip. Yine
aynı yıl yapılan ürün ihracatının toplamı 2.21 trilyon dolar. Bu kategorilerin
hepsinde dünya birincisi. Üstelik de bu rakamların hiçbirine Hong Kong ve
Makao’nun verileri dahil değil...
Bu nokta aslında çok önemli. Bugün Çin’in fiilen birer parçası olan Hong Kong
ve Makao’nun, neden Çin istatistiklerine dahil edilmediği çok düşündürücü bir
durum. Bu yapıldığı takdirde Çin, açık ara bir farkla dünyanın en büyük
ekonomisi. Bu çok net ve kesin bir gerçek. Bu gerçeğin, çok açık bir şekilde
anlaşılmasının istenmediğini düşündürüyor insana.
Kendi gözlemlerime dayanarak, Çin hakkında yapılan haberlerin çok büyük
kısmının, Batı medyası tarafından yönlendirildiğini düşünüyorum. Ben, Çin’de
bulunduğum ve çalıştığım süreler içinde, medya tarafından yayılan haberlerin
bir kısmının abartılı olduğuna bizzat tanık oldum. Daha nesnel bir bakış açısı
ile bakmaya çalışmanın, çok kolay olmasa bile, gerekli olduğunu
düşünüyorum.
Bu notu düştükten sonra, Çin’a ait çarpıcı istatistikleri, yine Hong Kong ve
Makao’yu dahil etmeden vermeye devam edelim:
Alım gücü paritesine göre hesaplanan Gayrisafî Yurtiçi Hasıla (GDP) ile 2017
yılında dünya birincisi: 23.2 trilyon dolar. Sabit fiyatlarla hesaplanan GDP
ise ABD’nin arkasından ikinci sırada görünüyor: 10.4 trilyon dolar.
Cep telefonu kullanıcı sayısı 2019 yılında 1.47 milyar! Ülkenin nüfusundan
fazla... Diğer bir değişle birçok gerçek ve tüzel kişiliğin birden fazla
aboneliği var.
Forbes verilerine göre 2018 yılında Çin’de 372 dolar milyarderi var. 2018
yılında Forbes Global 500 listesinde 111 firma Çin Halk Cumhuriyeti’nden.
Yukarıda verdiğim rakamlar, Çin Ulusal İstatistik Bürosu, Birleşmiş Milletler,
IMF ve Dünya Bankası’nın resmi istatistik bilgileridir.
Gelinen nokta her ne
kadar inanılmaz olsa da, Çin’in bugün ekonomik anlamda sorunsuz olduğu anlamına
da gelmiyor. Çin’in şu anda karşı karşıya olduğu en büyük sorun, gelir
dağılımındaki bozukluk. Burada hem gelir grupları arasındaki uçurumu kast
ediyorum, hem de bölgesel gelir farklılığını. İlki elbette kapitalist pazar
ekonomisinin doğal bir sonucu. Çin’in bugün hatırı sayılır sayıda milyarderi
var. Ancak yüz milyonlarca insan, fakirlik sınırının altında yaşıyor. Böyle
bir düzene elbette artık sosyalist demek doğru değil.
İkinci konu, yani bölgesel gelir farklılıkları, Çin hükümetinin en çok üzerinde
durduğu konulardan biri. Ülke, ihracata dayalı üretimle dünyaya açılırken,
elbette ürünlerin en kısa sürede dünya pazarlarına ulaştırılabileceği ve
yetişmiş insan gücünün daha fazla olduğu, Batı ve güneybatı bölgeleri seçildi.
Burada yapılan yatırımlar ve üretimle, bölgenin gelir düzeyinde hızlı bir artış
sağlandı. Ancak Çin’in batısı, güneybatısı ve iç bölgelerindeki gelir düzeyi
çok düşük kaldı. Şimdi yeni yatırımların bu bölgelere kaydırılmasına
çalışılıyor. Ulaşım ve lojistik altyapısı yetersiz olan bu bölgelere sürekli
altyapı yatırımları yapılıyor. Yerli ve yabancı yatırımları çekmek için
teşvikler uygulanıyor.
Sonuç olarak çare arıyorlar, ancak bu konuda geç kaldıklarını söylemek yanlış
olmaz.
Artık bu inanılmaz ülkeyi, kısa bir yolculuğa çıkarak, daha yakından tanımaya
hazırız sanırım.
Kuzeyin Başkenti
Önce Pekin’deyiz. Resmi olarak Beijing adı kullanılıyor. Kenti kuran Kubilay
Kağan. O zamanki adı Hanbalık (orijinal hali Kağanbalık). Balık Eski Türkçe ve
Eski Moğolcada şehir demek. Yani Han Şehri, eski söylenişiyle Kağan Şehri. Bu tabii
ki Çinliler için zor bir laf. Onlar Dadu demişler, yani Büyük Başkent.
Kentin planını ilk olarak Kubilay Kağan’ın yaptığı ve bu plana bugün bile sadık
kalındığı biliniyor. Sonradan çeşitli hanedanlıklara başkentlik yapmış.
Pekin’in tam ortasında yer alan Tiananmen Halk Meydanı, dünyanın en büyük
meydanı. 440.000 metrekarelik bir alanı kaplıyor. Meydan adını, Yasak
Şehrin Tiananmen Kapısı’ndan alıyor: Çincede, cennet, barış ve kapı
sözcüklerinden meydana geliyor. “Cennet Barışı Kapısı” olarak çevirmek mümkün
(İng. Gate of Heavenly Peace).
Girişinde Mao’nun dev portresinin asılı olduğu Yasak Şehir Kapısı, Mao’nun
Mozolesi, Çin Ulusal Müzesi ve ÇKP’nin beş yılda bir Ulusal Kongresi’ni yaptığı
Büyük Halk Meclisi, bu meydana bakan ana yapılar.
Her yıl 1 Mayıs’da ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilan edildiği tarih olan 1
Ekim’de Tiananmen Meydanı’nda görkemli kutlama törenleri yapılıyor.
Bu meydan çeşitli dönemlerde siyasi protestolara sahne oldu. Bunların içinde en
çok bilineni, 1989 yılında yapılan protesto gösterileri. Üniversite
öğrencilerinin demokratik reform talepleri ile başlayan gösteriler, sonradan
siyasi bir krize dönüştü. Protestolar, ülkenin diğer bölgelerine de yayılmaya
başladı. Hükümet çareyi sıkıyönetim ilan etmekte ve askeri tedbirlerde gördü.
Meydanda yaşanan çatışmalarda Halk Kurtuluş Ordusu, kendi halkı üzerine ateş
açtı. Kesin rakam açıklanmadı, ancak yüzlerce insanın öldüğü, binlercesinin
yaralandığı ifade ediliyor.
Bu sert önlemler devletin tepesini sarstı. Dışa açılma yönünde tam gaz giden
Çin, dünya kamuoyunun verdiği çok sert tepkiyle bir anda tekrar yalnızlığa
itilmişti. ÇKP Genel Sekreteri Zhao Ziyang görevinden alındı. Öldüğü 2005
yılına kadar da 15 yıl ev hapsinde tutuldu.
ÇKP’nin Genel
Sekreterliği’ne atanan Jiang Zemin, çok daha demokratik bir yol izledi ve
ülkede ikinci bir demokratik reform sürecini başlattı. Kısa sürede dünya
ülkeleri ile ilişkilerin normalleşmesini sağladı. Hong Kong ve Makao’nun Çin’e
iadeleri Jiang döneminde oldu. Deng gibi, Jiang da “Çin’i Değiştiren Adam”
olarak anılıyor.
1989’da yaşanan Tiananmen protestolarından geriye en çok akıllarda kalan,
tankların önünde duran üniversite öğrencisi oldu. Bu duruş, tüm dünyada bir
direniş sembolü haline geldi. Bir kişinin neler yapabileceğinin, görülmüş en
güzel örneğiydi. Kendisinin başına ne geldiği maalesef bilinmiyor...
Gelelim Yasak Şehre....
Burası, imparatorların kışlık saray olarak kullandıkları bir kompleks. İlk olarak 13. yüzyılda Kubilay Kağan’ın burada bir inşa ettirdiği biliniyor. Ancak bugün o saraydan geriye bir şey kalmamış. 15. yüzyıldan itibaren çeşitli dönemlerde yapılmış toplam 980 yapıdan oluşuyor.
Yasak Şehir’de, geleneksel Çin mimarisi, Çin resim sanatı, tahta ve taş
oymacılığı, porselen sanatı ve yeşim taşı sanatının en seçkin örneklerini
göreceksiniz. Son İmparator filmini izleyenler, filmin geçtiği mekanların
güzelliğini anımsayacaktır. İşte o mekan, gerçekten Yasak Şehir’di...
Yazlık Saray, kente sırtını dayamış bir saraylar, göller ve bahçeler kompleksi.
Egzotik yapıları kadar, bahçeleri de çok güzel. Uzak Doğu estetiğinin ince
ayrıntılarını içinde barındırıyor. İnsan eliyle yapılanın, doğa ile nasıl
bütünleşebildiğinin muhteşem bir örneği. Attığınız her adımda yeni bir fotoğraf
karesi yakalayabileceğiniz bir harikalar diyarı...
Yasak Şehir ve Yazlık Saray, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası
listesindeler.
Pekin’deki parklar ve bahçeler de en az saraylarınki kadar estetik bir peysaj
mimarisine sahip. Beihai Parkı, bunların içinde en öne çıkanı. Ayrıca
Shichahai, Zhongshan ve Jingshan gibi parklar var. Şehrin kirli havasından ve
gürültüsünden kurtulmak için eşsiz yerler.
Kirli hava deyince bir tespitte bulunmakta yarar var:
Pekin’e ilk olarak 1999 yılında gittim. İkinci ziyaretim 2007 yılındaydı.
Aradan geçen 8 yıl içinde Pekin büyümüş, kalabalıklaşmış ve yolları araçlarla
dolmuştu. Ancak en belirgin değişiklik hava kirliliği idi. Gün geçtikçe havası
daha da kirlenen Pekin, bugün dünyanın en kirli havasına sahip metropol. Bu
kirlilikte en büyük pay, motorlu araçlara ve çevredeki fabrikalara ait. Yabancı
devlet adamlarının ziyareti sırasında fabrikalarda üretim durduruluyor. Kent
trafiği kısıtlı hale getiriliyor. Ancak kalıcı bir çözüm için, çok daha radikal
önlemler alınması gerekiyor.
Pekin’e ilk gidişimde İngilizce bilen Çinli arkadaşım Lin, bana önemli yerleri
gezdirmiş ve rehberlik yapmıştı. Uzun ve geniş bir caddeye geldiğimizde bana
“bu cadde yeniden inşa ediliyor” dedi. Bu sözü yol yapımı olarak algıladım ama
yine de “yani caddenin yolu yeniden mi yapılıyor?” diye sordum. “Hayır bu yol
üzerindeki tüm binalar yıkılarak yenileri yapılıyor” dedi. Çok şaşırmıştım. O
güne değin böyle bir şey hiç duymamıştım.
Sonra beni eski bir avluya soktu. Burası, dar geçişlerle küçük odaların
birbirinden ayrıldığı, birçok odayı barındıran, bahçe içinde bir labirentti. Ne
olduğunu anlamakta zorlandığım kadar, şimdi anlatmakta da zorlanıyorum. Gri
renkli bu odaları her birinin bir “ev” olduğunu söyledi. Mutfak, banyo, tuvalet
gibi alanlar ortak kullanılıyordu. Bir çeşit komünal yaşam tarzıydı. Lin, bu
tip evlerin Pekin’de artık çok az sayıda kaldığını, ilginç bulacağımı düşündüğü
için buraya getirdiğini söyledi. İlginç bulmanın ötesinde, şaşkınlık içinde
bakınıyordum... Evlerin içi henüz tamamen boşaltılmamıştı. Hâlâ orada yaşayan
yaşlı insanlar vardı. Kalabalık kentlerde geleneksel olarak bu evlerde
yaşanıyordu.
Bu labirentten dışarı çıktığımızda caddenin yukarı kısmının tamamen yıkılmış
olduğunu ve yıkım çalışmalarının bir sıra takip edilerek sürdüğünü gördüm.
Bunun gibi birçok cadde ve yol sırasıyla yıkıldı. Eskinin yerine modern
binalar, beş yıldızlı oteller, lüks konutlar ve gökdelenler dikildi. Eskinin
yatay kentleri, dikey bir görüntüye kavuştu.
Çin kalkındıkça, yaşam kalitesi yükseldi. Kentlerin altyapısı için çok büyük
bütçeler ayrıldı. Çin kentleri kendi aralarında yarışa girdiler. Eski yok
edildi. Kent sakinleri, modern yaşamın nimetleriyle kucaklaştı. Çin artık
dünyanın en modern şehirlerine sahip. Hangi kente gitseniz bunu görürsünüz. Ama
nelerin kaybedildiğini göremeyebilirsiniz. Dünyanın en eski uygarlığında, en
kadim ülkesinde, insan sadece gökdelen görmek istemiyor. Tarihe biraz daha
fazla saygı gösterilebilir ve “eski” daha iyi bir şekilde korunabilirdi.
Lin gerçekten çok iyi bir iş yapmıştı. Benim asla bulamayacağım bu geleneksel
yaşam biçimini bana gösterdi. Bu evlerden bugün artık kalmadı. Sadece Pekin’de
değil, birçok kentte bu evler yıkıldı. Geleneksel mimari özelliklerini taşıyan,
birkaç örnek kasaba ve köy, turistik amaçlı korundu. Televizyonda bazılarına
denk geldim. Ama bunlar, orijinali kadar insanı etkileyemezler. Gerçek olmaktan
çok, yapay bir film setine benzerler. Tarihi, yaşamın içinde korumak, daha
zahmetli, fakat daha değerli bir iştir.
Pekin’deki diğer önemli çekim merkezleri arasında Cennet Tapınağı, 2008 Pekin
Olimpiyatları için inşa edilen Kuş Yuvası Stadyumu, Ulusal Sanat Merkezi, dev
pandaları ile ünlü Pekin Hayvanat Bahçesi ve daha birçok müze ve tapınaklar
var. Ayrıca kent pazarları çok renkli görüntüler sergiliyor. Bugün artık
Pekin’in ayrılmaz bir parçası haline gelen alış veriş merkezlerinde
inanamayacağınız kadar seçkin marka ve ürün çeşitliliği ile Çin el sanatlarını
bulmanız mümkün.
Pekin’e ait son notum, buradayken mutlaka denenmesi gereken Pekin
Ördeği. Pekin’de birçok ördek yapan restoran var. Ancak bir tanesi çok
ünlü: Quanjude Restoranları. En eskisi, kent merkezindeki Qianmen Caddesi’nde.
Kuruluş tarihi 1864. Pekin’i ziyaret eden tüm devlet ve hükümet başkanları bu
restorana bir kez götürülüyor. Çinliler, bu gelenekleri ile gurur
duyuyor.
Pekin’de bu restoranın yedi, Çin genelinde de elli şubesi var. Bu restoranlar
klasik Çin mimarisi ile inşa edilmiş ve son derece elegant bir iç dekorasyonuna
sahip.
Ördekler, odun ateşi kullanılan yüksek ısılı fırınlarda, bir kancaya asılarak
pişiriliyor. Nar gibi kızarmış ördek, masanızın yanında usta bir aşçı
tarafından ince dilimler halinde kesilerek, çok estetik bir sunumla servis
ediliyor. En kıymetli yeri de çıtır derisi. Deri ile et dilimleri, küçük ince
lavaşların içine, özel sosu ve frenk soğanı ile sarılarak yeniliyor. Biraz
yağlı bir yemek. Zevke göre değişir elbette, ama yıllardır müptelâsı olduğum
Çin Mutfağı’nın, bence baş yapıtlarından biri.
Doğu’nun Paris’i -
İnanılmaz Şanghay!
Anlamı “denizin üstündeki şehir”. Tibet’teki buzullardan doğarak, Çin’i boydan
boya geçen Yangtze Nehri’nin, Çin Denizi ile buluştuğu delta üzerinde kurulduğu
düşünülürse, bu söz gerçekten anlamlı.
24 milyonluk kent nüfusu ve 34 milyonluk metropol nüfusu ile Çin’in en büyük
şehri. Bu rakamlar dünya ülkelerinin çoğunun nüfusundan fazla...
Kentin silüetine baktığınızda, yüksek gökdelenleri ile Manhattan’ı andıran bir
bölge var. Burası Pudong ya da Doğu Yakası. Şanghay’ın kalbinin attığı yer. Ama
Şanghay’da gökdelenler sadece Pudong’da değil. Her yerde!
Şanghay’da ilk bulunduğum 1999 ve son bulunduğum 2018 yılları arasındaki
gelişmeyi kıyaslayabiliyorum. İnanılmaz bir büyüme var. Daha havalaanından
çıktığınız anda, kentin merkezine uzak olmanıza rağmen, kendinizi bir gökdelen
ormanının içinde buluyorsunuz. Yakın zamanda giden bir arkadaşım,
kentin 4 yıl öncesine göre bile çok büyüdüğünü söylüyor. Şanghay, önü alınamaz
bir hızla büyüyor.
Şanghay kadar, iş merkezi, alışveriş merkezi ve otellerin olduğu bir şehir
dünyada azdır. Peki hangi yönüyle Şanghay bu kadar öne çıkıyor?
Birinci olarak Şanghay, 6300 kilometre uzunluğundaki Yangtze Nehri’nin
yarattığı üretimin ve ekonomik faaliyetin, dünyaya ulaştırıldığı noktada
bulunuyor. Dünyanın en büyük konteyner limanı burada bulunuyor.
İkincisi, Şanghay’da 36 serbest bölge ye da tekno park bulunuyor. Çin’in
ihracatının önemli bir kısmı bu bölgelerde üretiliyor.
Üçüncüsü, Afyon Savaşları’nın ardından imzalanan Nankin Anlaşması uyarınca
yabancı tüccar ve iş adamlarına açılan şehir, aynı zamanda Çin’in finans
merkezi oldu ve dünyanın önde gelen finans merkezlerinden biri arasına
girdi.
Kentin ünlü Bund Caddesi’nde dünya devi bankalar sıralanıyor. Bir tanesi son
yıllarda bize de tanıdık gelen bir isim: HSBC. Açılımı Hong Kong Shanghai
Banking Corporation. İngilizlerin, bölgede ticareti geliştirmek amacıyla
kurdukları önemli bir finans kuruluşu.
Dördüncüsü de, yasal olmamasına karşın, Çin’de de yaşanan iç göç gerçeği. En
çok iş fırsatlarını büyük şehirlerde görenler, buralara gidip iş yapmanın ya da
çalışmanın yolunu bir şekilde buluyorlar. Çin Hükümeti, bu olgunun önüne geçmek
için çok sert önlemler alıyor, ama tam olarak engelleyemiyor.
Şanghay’ın insanı hayrete düşüren boyutlarında, aslında çok da fazla şaşılacak
bir durum yok. Ekonomik ve sosyal faktörler bu boyutları dikte ediyor.
Şanghay’a ilk kez gelenler, önce Bund’a gidip, Pudong’un eşsiz görüntüsünü
karşıdan seyrederler. Gündüz çok güzel olan bu manzara, geceleri rengârenk
ışıklarla keyfine doyum olmaz bir şölene dönüşür. Televizyon kulesi, şahane
ışık oyunları yapar.
Bu megapolü keşfetmenin en güzel yollarından biri, Huangpu Nehri (Yangtze’nin
insan eliyle açılmış bir kısmıdır) üzerinde turlar yapan turistik gemilere
binmektir. Kentin farklı yönlerini tanımanıza olanak tanır. Bu nehirde çeşitli
turlara katılabilirsiniz. Bir tanesi şehir merkezi turudur. Nehir boyunca
şehrin iki yakasını bu turla görebilirsiniz. Daha uzun bir tur, sizi Çin
Denizi’ne kadar götürür. Bu turda serbest bölgelerin bir kısmını ve limanlarını
görebilirsiniz. Tur boyunca yolculara, garsonların omuzlarına asılı, ince ve
çok uzun ağzı olan çaydanlıklardan, hoş bir seremoni ile çiçek çayı servis
ederler. Doğu’nun gizemli manzaraları, Doğu’nun egzotik tatları ile
birleşir...
Şanghaylıların Doğu’nun İncisi adını verdikleri televizyon kulesine çıkarak 350
metre yükseklikten, şehri seyretmek de başka bir keyiftir. Özellikle akşamları
ışıl ışıl olan Şanghay’ın seyrine doyum olmaz. Pudong’da bulunan pekçok
gökdelenin üst katları gözlem için ayrılmıştır. Belli bir ücret karşılığında,
88 katlı Jin Mao, 101 katlı Şanghay Dünya Finans Merkezi ya da 123 katlı
Şanghay Kulesi’nden son derece keyifli gözlemler yapılabilir.
Doğu’nun İncisi’nin
oturduğu kaidenin yeraltı katında, Şanghay Şehir Müzesi bulunuyor. Bu müzede
kentin tarihi, dönemlere ayrılarak, bal mumu heykellerle tasvir edilmiş. Sizi,
tarihin derinliklerine götüren ve geçmişi solumanızı sağlayan mükemmel bir
müze.
Pudong sizi modern dünyanın yenilikleri ile büyülerken, Huangpu’nun diğer
yakası Puxi ya da Batı Yakası, size Eski Şanghay’ın gizemlerini
sunacaktır.
Chenghuang Miao Tapınakları ve ona bağlı olan Yuyuan Bahçeleri, sizi yaşayan
tarihin içinde bir yolculuğa çıkartacak. Çin Mimarisi’nin en estetik, en güzel
örnekleri burada. Üstelik burası bir müze gibi değil. Yaşayan bir ortam.
Dükkanlar, restoranlar, kafeler... Cıvıl cıvıl bir yer. Kendinizi gerçekten
başka bir yüzyılın içinde bulacak, hatta buradan çıkmak istemeyeceksiniz. Yerli
ve yabancı turistlerle dolup taşıyor olsa da, kendine özgü bir dinginliği olan,
insanı rahatlatan bir ortam. Eskiyi korumanın, nasıl olması gerektiğinin
mükemmel bir örneği. Şanghay’a her gidişimde kendimi önce Bund’a, sonra buraya
atıyorum. Burayı çok seviyorum ve çok özlüyorum. Bir kez görünce, insanda
tekrar gitme hissi uyandıran çok özel bir mekan.
Otantik Şanghay yemeklerini, bu egzotik ortamda denemeniz mümkün. Geleneksel
yöntemlerle elde açılan erişteler ve buharda pişen mantının hazırlanışını
izlemek, yemeklerin tadına ayrı bir tat katıyor.
Şanghay’ın en önemli gezinti mekanlarından biri de Nanjing Caddesi. Caddenin
doğu bölümü İstiklal Caddesi’ni, batı bölümü ise Nişantaşı’nı anımsatıyor.
Ancak çok daha büyük boyutlarda. Bu cadde üzerinde binlerce mağaza, restoran ve
kafe var. Dünyanın belki de en işlek alışveriş mekanlarından biri. Bund’dan
başlayarak caddenin sonuna kadar yürümeniz yarım gününüzü alabilir. Geceleri
neonlarla, insanı içinde sürükleyen bir ışık seline dönüşüyor. Çin’in resmi
bayramlarında yapılan süslemelerle ve özel ışıklandırmalarla daha da muhteşem
bir görünüm alıyor. Alışveriş meraklısı olmasanız bile, bu caddeden mutlaka
keyif alacağınıza inanıyorum.
Şanghay, bir yüzüyle ultra modern bir megapol olarak, diğer yüzüyle de içinde
barındırdığı tarihî ve geleneksel ögelerle insanı büyüleyen bir şehir. Pekin ne
kadar Ankara'ysa, Şanghay da o kadar İstanbul. Tarih, kültür, doğal
güzellikler, modernlik, ticaret, eğlence, gece hayatı, gusto... Ne ararsanız
var.
Zamanında ona Doğu’nun Paris’i lakabı takılmış. Her ne kadar Paris’in
romantizmine sahip olmasa da, egzotik çekiciliği ile bu ünvanı hak ediyor.
Şanghay’ı görmeden, Çin’i gördüm demek olmaz. Ama Çin’i gördüm demek için
elbette fazlası gerekir.
O zaman yolculuğumuza daha kadim bir şehirle devam edelim.
Xi’an - Terra Cotta
Ordusu
Xi’an sözü, hem Sian hem de Şian olarak okunabiliyor. Sözcük anlamı “Batı
Barışı”. Eski zamanlarda bilinen adı Changan. Pekin’in 1100 km güneybatısında.
8.5 milyon nüfusu ile Çin’deki orta büyüklükteki şehirlerden biri. Bugünkü
idarî yapıda Shaanxi Eyaleti’nin başkenti.
Çin’in en kadim şehirlerinden biri. 3000 yıllık bir geçmişi var. Antik Çin’in
dört büyük başkentinden biri. 73 imparatora ve 13 farklı hanedanlığa başkentlik
yapmış. Diğer başkentler Beijing, Nanjing ve Luoyang.
Xi’an aynı zamanda tarihî İpek Yolu’nun başladığı yer...
Ama Xi’an’ı dünyada meşhur eden bunların hiçbiri değil. Tüm dünyanın gözünü
buraya çevirmesini sağlayan Terra Cotta Ordusu!
Terra Cotta Latince bir söz. Anlamı fırınlanmış toprak. Burada bahsettiğimiz,
topraktan yapılmış askerler ve atlardan oluşan bir ordu. 1974 yılında köylüler
su kuyusu açarken bulmuşlar. Buldukları yer, ilk Çin İmparatoru Qin Shi
Huang’ın mezarının 1.5 km ötesi.
Hikayesi kısaca
şöyle:
Çin’in ilk imparatoru Qin Shi Huang, öldükten sonra kendisi için, içinde
akarsuların aktığı, tavanında ve duvarlarında cennet tasvirleri olan bir mezar
inşa edilmesini emreder. Buna mezardan çok, antik dönemin tabiriyle nekropol
diyebiliriz. Bu nekropolü korumak için bir orduya ihtiyaç vardır. M.Ö. 246
yılında imparatorun tahta çıkması ile yapımına başlanan nekropol, M.Ö. 210
yılındaki ölümünde tamamlanır. Projede 700,000 işçi 36 yıl boyunca çalışır. Bu
ordu, tahminlere göre, 8000 piyade, 500 at, 130 savaş arabası ve 130 süvariden
oluşmaktadır. Bunların tamamı henüz gün yüzüne çıkmış değildir. Bulunan
objelerin hepsi gerçek boyutlardadır. İnsan yüzleri gerçek insanlardan
kopyalanmıştır ve hiç bir yüz diğer bir yüzle aynı değildir. Ellerinde kılıç,
mızrak, balta, ok gibi gerçek silahlar vardır. Üniformalar ve zırhlar gerçeğe
uygun şekilde boyanmıştır. 2200 yıl öncesi için akıl almaz bir iştir
yapılan.
Bu ordu elbette 2200 yıl boyunca toprağın 7 metre altında kaldı. Bazı hasarlar
olmasında rağmen yine de çoğu iyi durumda. Askerlerin ve savaş arabalarının
renkleri yok olmuş. Sonradan yapılan çalışmalarda boyandıkları
anlaşılmış.
Çok titiz ve yavaş bir çalışma yapılıyor. Eserlere hasar vermemek için büyük
bir özenle çalışılıyor. Ben burayı 1999 yılında gördüm. Şu anda açılan
galeriler, benim gördüğümün iki katına ulaşmış durumda.
Xi’an’da esnaf, bu heykellerin bire bir modellerini, ustalara yaptırıp satıyor.
İster gerçek insan boyutlarında, ister küçültülmüş boyutlarda, terra cotta
askerlerinden alarak evinize götürebilirsiniz.
Xi’an’da elbette, 3000 yıllık geçmişine paralel olarak, görülebilecek pek çok
tarihi mekan, imparator mezarı, müze ve tapınak var. Bunların dışında sehir
merkezi, diğer Çin şehirleri gibi, çok modern bir görünüme sahip.
Yabancı devlet başkanları, Çin programlarına Xi’an’ı sığdırmaya çalışıyorlar.
Ama en çok Terra Cotta’yı görmek için...
Çin Cumhuriyeti’nin
ilk başkenti Nanjing
Eski kaynaklar şehrin adını Nankin ya da Nanking olarak yazardı. Yanlış değil.
Sadece sözün Kanton diyalektindeki telaffuzu. Mandarin diyalektinde Nanjing
diye okunuyor. Tıpkı Pekin ve Beijing arasındaki fark gibi. Anlamı güneyin
başkenti demek. 8 milyonluk bir nüfusu barındırıyor. Yangtze Nehri deltasında
yer alan Jiangsu Eyaleti’nin başkenti.
Çin tarihi açısından çok önemli bir yer. 1912 yılında Dr. Sun Yat Sen
tarafından Çin Cumhuriyeti burada kuruluyor Nanjing başkent ilan ediliyor. 1949
yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilan edilmesiyle birlikte Pekin yeniden
başkent oluyor.
Dr. Sun Yat Sen’in Başkanlık Sarayı ve mozolesi şehrin mutlaka görülmesi
gereken yerleri. Başkanlık Sarayı Müzesi, sadece içinde barındırdığı tarihi ile
değil aynı zamanda muhteşem bahçesi ile görülmeyi hak ediyor. Dr. Sun Yat Sen
Mozolesi ise bu önemli lidere yakışır biçimde inşa edilmiş görkemli bir anıt
mezar. Komünist Çin’in yıllarca milliyetçi olarak kötülediği Dr. Sun Yat Sen,
Tayvan’da “Ulusun Atası” olarak anılırken, günümüz Çin Halk Cumhuriyeti’nde
“Modern Çin’in Öncüsü” ya da “Çin Bağımsızlığı’nın Öncüsü” olarak
anılıyor.
Nanjing Kalesi, Çin Setti’nin duvarlarını hatırlatan bir mimaride inşa edilmiş.
Bu duvarların üzerinde dolaşabilir ve Nanjing’in ile yanı başındaki gölün güzel
panoraması görebilirsiniz.
Çin Kapısı da (Zhonghuamen) kentin önemli tarihi noktalarından biri. Fotoğraf
açısından çok zengin görüntüler sunuyor.
Ancak şehrin en güzel panoraması Zifeng Kulesi adı verilen 66 katlı gökdelenin
en üst katında yer alan restorandan görülüyor. Neredeyse tüm kenti, Yangtze
Nehri’ni, gölleri, parkları, bahçeleri buradan görmeniz mümkün.
Nanjing’de görülebilecek en güzel yerlerden biri de Yangtze Nehri’nin kentin
içinden geçen kolları ve bunların üzerinde yer alan uzun köprüleri. Bunların en
önemlisi 4.5 kilometrelik Nanjing Yangtze Nehir Köprüsü. Çin-Sovyet
ilişkilerinin bozulmasından sonra 1960 yılında yapılmış. Tamamen Çinli
mühendisler ve mimarlar tarafından yapılan bu köprü Çinliler açısından çok özel
bir anlam taşıyor.
Nanjing ziyaretinizde Nanjing Müzesi, Chaotian Sarayı’nı, Linggu Tapınağı’nı ve
birçok bahçeyi gezebilirsiniz. Yangtze Nehri ve kolları üzerinde tekne turları
yapabilirsiniz. Güneş battıktan sonra ise gidilecek en güzel mekan 1912 adı
verilen mahalle. Kent merkezinde, çok sayıda restoran ve barın bulunduğu,
oldukça keyifli bir yer. Çin mutfağından Avrupa mutfağına, Kore mutfağından
Japon mutfağına kadar bir çok gusto seçeneğinin olduğu ve yemeğinizden sonra
gecenin devamında uğrayabileceğiniz gece kulüpleri ve diskoların olduğu bir
mekan burası.
Doğu’nun Önemli bir Limanı - Qingdao
Qingdao ya da eskiden bilinen adıyla Tsingtao, Pekin ile Şanghay arasında yer
alan, yüzünü Sarı Deniz’e çevirmiş, sevimli, modern ve çok temiz bir sahil
kenti. 9 milyona yaklaşan metropol nüfusu ile Shandong Eyaleti’nin en büyük
kentlerinden biri.
19. yüzyılın sonlarında Almanya tarafından işgal edilmiş. Birinci Dünya
Savaşı’nın çıkmasıyla Almanlar kenti bırakmış. Bu defa da 1914’de Japonya’nın
işgaline uğramış. 1922’de Çin Cumhuriyeti kenti geri almış.
Özellikle Almanlar burada önemli izler bırakmışlar. Çin’in başka yerlerinde pek
rastlayamayacağınız Avrupa stili binalar, kiliseler ve katedraller var.
Bunların çoğu iyi korunmuş durumdalar.
Almanlar burada ayrıca bir bira fabrikası kurmuşlar. Bu fabrikayı ileriki
yıllarda Çinliler daha da büyütmüşler. Tsingtao markası ile bilinen bu bira,
gerek Çin’de gerek dünyada en çok tanınan biralardan biri.
Çin Kentsel Araştırmalar Enstitüsü tarafından, 2009 yılında yapılan bir
araştırmaya göre Qingdao, Çin’in en yaşanılabilir kenti seçilmiş.
Ben, Qingdao yakınlarındaki Huangdao’da bulunan bir serbest bölgede 4 ay
çalıştım. Çin’in değişik bölgelerini görmüş biri olarak, bu görüşe katılıyorum.
Doğası, iklimi, temizliği, kültürel olanakları ve sunduğu diğer yaşam koşulları
ile gerçekten yaşanılabilir bir kent.
Orada tanık olduğum iki ilginç konuyu sizinle paylaşmak istiyorum:
Birincisi deniz ürünleri üreticiliği. Burada kast ettiğim sadece balık
çiftlikleri değil. Balığa ilave olarak karides, yengeç, kalamar, ahtapot, deniz
tarağı gibi deniz canlıları ve inci üreticiliği. Qingdao ile karşısında yer
alan Huangdao Yarımadası arasındaki körfezde binlerce deniz üretim çiftliği
var. Bunları, en güzel uçaktan tespit edebiliyorsunuz. Kilometrelerce uzanan
çiftliklerde, akıllara durgunluk verecek boyutlarda deniz ürünü
yetiştiriliyor.
Bu sayede elbette Qingdao’da yenebilecek en güzel yemekler deniz ürünleri. Son
derece bol, taze ve ucuz. Qingdao ve çevresinde hatırı sayılır bir Koreli
azınlık yaşıyor. Çok kaliteli Kore yemeklerini, buradaki pek çok otantik
restoranda bulmanız mümkün.
Qingdao pazarlarında da çok çeşitli özelliklerde ve kalitede inciyi çok uygun
fiyatlara bulabilirsiniz. Bu arada, inci sözünün dilimize Çince cincü sözünden
girdiğini de parantez arasında belirteyim.
Dikkatimi çeken ikinci konu da, yine Qingdao ve Huangdao arasında, denizin
üstüne kurulmakta olan kazıklı yoldu. Ben orada bulunduğum 2007 yılında, bu
kazıklı yolun inşaatına yeni başlanmıştı. 2011 yılında tamamlanmış. Uzunluğu
41.5 kilometre!
Bu bir dünya rekoru! Guiness tarafından da 2012 yılında bu rekor, su üzerindeki
en uzun köprü olarak tescil edilmiş. Köprünün adı Jiaozhou Körfezi Köprüsü ya
da Qingdao Haiwan Köprüsü.
Ama kendi gözümle tanık olduğum bu projede, asıl dünya rekoru bence 4 yıl gibi
çok kısa bir sürede tamamlanmış olması... İnsanın aklı almıyor...
Doğanın ve tarihin
huzurla buluştuğu şehir Hangzhou
Zhejiang Eyaleti’nin başkenti olan Hangzhou (okunuşu Hangcoğ) 7 milyona yakın
bir nüfusa sahip. Batı Gölü’nün yanında kurulu bu şehri görülesi kılan da bu
göl. Gölün etrafını yürüyerek dolaşmak yarım gününüzü alıyor. Bu kadar
yürüyemem derseniz sizi gezdiren elektrikli araçlar var.
Gölün etrafında inşa edilmiş tapınak ve pagodalar ortama ayrı bir güzellik
katıyor. Gölde ayrıca geleneksel Çin gemileri ile gezinti yapmak da mümkün.
Akşam olunca görüntü daha da güzelleşiyor. Tapınakların aydınlatmaları ve
parklarda yapılan su ve ışık oyunları unutulmaz manzaralar sunuyor.
Pekin’de başlayan 1770 kilometrelik Büyük Kanal, Hangzhou’da son buluyor,
UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Kanalın kent sınırlarına ulaşan
bölümünde yapacağınız tekne turları ile şehrin tarihi ve eşsiz doğasına tanık
olabilirsiniz.
Her bakımdan huzur veren, insanı dinginliğe kavuşturan bir şehir
Hangzhou.
Kanallar ve bahçeler diyarı Suzhou
Okunuşu Sucoğ. Çin’in doğusundaki Jiangsu Eyaletinde yer alıyor. 11 milyonun
üzerinde nüfusa sahip endüstriyel ve ticari bir liman kenti. Ancak burayı
görülmeye değer kılan özelliği bahçeleri ve kanalları.
Klasik Suzhou bahçeleri UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış. Bu kategoride 14
bahçe bulunuyor. Bunlar, soylularına ve kentin önde gelen zenginlerine ait
malikânelerin bahçeleri. Her birini dolaşmanın en az bir iki saat alacağı göz
önüne alınırsa sadece bahçeleri görmek için Suzhou’da uzunca bir süre kalmak
gerekebilir. Çinliler bu bahçeleri görmek için Çin’in uzak bölgelerinden
Suzhou’ya geliyorlar.
Kenti çevreleyen kanallar da tekne ile gezilebilir ve çok büyük olmadığı için
bahçeler kadar zaman ayırmanız gerekmeyebilir.
Gerçek bir doğa harikası Guilin
Uzun yıllar önce fotoğraflarını gördüğümden beri gitmeyi düşlediğim bir yerdi
Guilin. Şehrin kendisi için değil. Li Nehri etrafındaki kayaların oluşturduğu
eşsiz manzara için. Dolayısıyla aslında bu doğa harikasına Guilin değil Li
Nehri harikası demek daha doğru olur. Ancak Guilin’i dünya çapında meşhur eden
de bu kaya oluşumlarıdır.
Nehrin etrafına düzensiz ama yoğun biçimde dağılan bu kayalar karst kayaları.
Diğer bir deyişle içlerinde mağaralar ve yeraltı akarsuları var. Bazı mağaralar
ziyarete açılmış. Ancak bu bölgede, kısıtlı yerel halkın yerleşimleri dışında,
hiçbir yapılaşmaya izin verilmiyor. Turistik yapılaşma da buna dahil. Bu el değmemiş
doğanın bozulmasına Çin Hükümeti izin vermiyor.
Bu güzelliği görmenin tek yolu tekne ile yapılan gezintiler. Guilin’in güney
ucundan kalkan tekneler yaklaşık beş saat süren yavaş bir yolculukla 70 km
uzaklıktaki Yangshuo’ya varıyorlar. Teknelerin üzerindeki teraslar, nefis
manzaranın tadını çıkarmaya ve şahane fotoğraflar çekmeye olanak tanıyor.
Bu gezinin tek zor tarafı, nehirde ulaşım tek yönlü olduğu için, Guilin’e önce
minibüs sonra da otobüsle dönme zorunluluğu. Eski ve bakımsız otobüslerle
saatler süren yolculuk Çin’in turizm alanında daha atması gereken adımlar
olduğunu gösteriyor.
İnanılmaz Çin
Seddi!
Çinliler, "10,000 Mil Uzunluğundaki Duvar" ya da kısaca
"Uzun Duvar" diyorlar. Batı dillerinde genellikle Büyük Duvar olarak
adlandırılıyor.
Yapımına ilk olarak M.Ö. 7. yüzyılda başlanıyor. Amaç, kuzeyden gelecek Moğol
ve Türk tehditlerinin önüne geçmek. Yapımı 17. yüzyıla kadar sürmüş.
Çin Seddi, tek bir duvardan ibaret değil. Birçok duvardan oluşan bir duvarlar
bileşkesi olarak düşünülebilir. Bazı yerlerde, farklı hanedanlıklar döneminde
paralel duvarlar yapılmış. Bazı yerlerde birbirleri ile kesişen duvarlar inşa
edilmiş.
Tüm duvarlara toplu olarak bakıldığında, doğu’da, bugünkü Kuzey Kore içlerinden
başlayıp, İpek Yolu boyunca uzanarak, Orta Batı Çin’deki Gansu Eyaleti’nde son
buluyor.
Neredeyse bin yıl boyunca yapılan duvarların, toplam uzunluğunun 21,000
kilometre olduğu hesap ediliyor. Bugün bunun büyük kısmı, sert kara iklimi
koşullarından dolayı, yok olmuş durumda.
Çin Seddi boyunca, on binlerce gözetleme kulesi yapılmış. Bunlar birbirlerini
görebilecek aralıklarla konumlandırılmış. Bir tehdit görülmesi halinde ilk gören
kule, duman çıkararak diğer kuleleri haberdar ediyormuş. Dolayısıyla bir
saldırı ihtimali belirince, çok uzak mesafelere bile kısa sürede haber vermek
imkanı oluyormuş.
Elbette akıllıca bir savunma yöntemi. Ama Kubilay Kağan örneği, çok da fazla
bir koruma sağlamadığını gösteriyor.
Çin Seddi, ülke boyunca uzanan dev bir ejdere benzetilebilir. Bir yönüyle
tarihin en inanılmaz inşaat projesi. Günümüz perspektifinden bakıldığında,
Çin’in sembolü haline gelmiş, çok estetik bir sanat eseri. Çin Vizesi’nde
yıllardır Çin Setti yerini koruyor.
Çin Seddi’ni bir çok farklı noktadan ziyaret etmeniz mümkün. Pekin’deyseniz
ulaşabileceğiniz farklı yerler var. Bunların çoğu iyi korunmuş ya da özellikle
restore edilmiş bölümler. Pekin’e 70 km uzaklıktaki Matianyu, 80 km uzaklıktaki
Badaling, 120 km uzaklıktaki Simatai, 125 km uzaklıktaki Jinshanling en güzel
görüntüye sahip olan noktalar arasında sayılabilir. Buralara, turizm acenteleri
tarafından düzenlenen turlarla gidebilirsiniz.
Ömer Yalçınkaya
![](https://www.blogger.com/img/transparent.gif)
Yorumlar
Yorum Gönder