Zen Ustadan Etkileyeci Cennet Cehennem Hakkında Nasihat
Kırmızı yazılı kelime gördüğünüzde tıklar iseniz
Sizi "Vikipedi" e yönlendirir
Onun hakkında daha fazla bilgiye ulaşmış olursunuz
Bir Samuray
Zen üstadı Hakuin’in karşısına dikilip şu soruyu sordu:
- Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?
Üstad: “Kimsiniz?”
- Bir samurayım.
Sen mi?” diye dudak büktü Hakuin
- Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?
Üstad: “Kimsiniz?”
- Bir samurayım.
Sen mi?” diye dudak büktü Hakuin
Kendine bir baksana bir
Hangi efendi senden doğru dürüst hizmet umabilir?
Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!
Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.
Hakuin susmak bilmiyordu:
Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.
Hakuin susmak bilmiyordu:
Vay! Kılıcı da varmış!
Ama o kadar beceriksize benziyorsun ki
Nasıl olsa kafamı kesemezsin!
Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.
Ustaya vurmaya hazırdı.
Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.
Ustaya vurmaya hazırdı.
O anda Hakuin sakince
Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray
İşte
Cehennemin Kapıları
Böyle Açılır
Dedi
Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray
Kılıcını kınına soktu
Ve saygıyla eğildi.
Üstad sözünü şöyle bitirdi:
Üstad sözünü şöyle bitirdi:
Cennetin Kapıları da
Böyle Açılır
Zen; kökeni Hindistan'daki Dhyana okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japoncadaki ismidir.
Zen adlı 2009 yılında çekilen bir film de var
Fragmanı aşağıdaki video ekledim
Türkçe alt yazılı filmin tamamını da Youtube linkini de ekledim
İster iseniz izlersiniz.
Tarık Başçıl _ 02 Ağustos 2024
Zen Film Fragmanı
Zen Filmin Tamamı
Youtube daki
Türkçe Altyazılı Filmi
Ayarlardan Otomatik Çevirmeden Türkçeyi İşaretleyiniz
Okumak İsteyenler için güzel bir yazı;
New York’ta bir Mart günü hem şehrin soğuk rüzgarından kaçmak hem de ucuza birkaç kitap almak için kendimi bir sahafın içine attım.
Binlerce kitabın arasında rüyada gibi dolaşırken kendimi “Doğu felsefesi” bölümünde buldum.
O zamanlar Doğu dinlerine merakım yeni başlamıştı ve tam anlamıyla bilgiye açtım. Onca kitap arasından bir tanesi ilgimi çekti.
Ufak, eskimiş, kağıttan kapaklı (hala kitabı açarken kapağını yırtmaktan korkuyorum), raftaki kalın ansiklopedilerin yanında kitaptan çok günlüğe benzeyen sade ve mütevazi bir kitap.
Gözüme çarpan bu kitap, 1959 senesinde basılmış bir Zen koan’ları kitabıydı. Dört, beş dolar verip, kitap elimde, soğuğa geri döndüm.
Spiritüelliğin ve dinin en sevdiğim yanı olağandaki kutsallığı bulmalarıdır.
Bu anımın benim için özel olmasının nedeni de budur zaten, doğru tavırla bakıldığında sahaftan kitap satın almak bile kutsaldır.
Olağandaki kutsallığı bulmayı en iyi beceren dinlerden biri şüphesiz ki Zen Budizm’dir. Zen, Çin’de oluşan Mahayana Budizm’den çıkan bir düşüncedir, Mahayana ile yine bir Çin felsefesi olan Taoizm’in bir tür harmanı gibidir.
Zen, Çin’de “Chan Budizm” ismiyle başlamıştır ve bir süre sonra Kore, Vietnam ve Japonya’ya yayılmıştır.
Bugün bildiğimiz haliyle Zen, Chan Budizm’in Japonya’ya geldikten sonra büründüğü halidir.
Zen Budizm’in Batı dünyasında popülerliğinin artışı ise 1950’lerin sonunda başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya’daki Amerikan askerleri Zen ile tanışır ve savaşın bitmesiyle ülkelerine dönen askerler sayesinde Zen Amerika’da yayılmaya başlar. D.T. Suzuki ve Alan Watts gibi düşünürler kitaplarıyla Zen’e olan ilgiyi arttırır.
Nazi Almanya’sından kaçan ve Amerika’ya yerleşen psikanalist Erich Fromm “Psikanaliz ve Zen” isimli kitabıyla Batı ve Doğu felsefelerini bir araya getirir.
Jack Kerouac, Alan Ginsberg, J.D. Salinger gibi yazarlar 1950’lerin sonunda yazdıkları kitaplar ile Zen Budizm’i popüler kültüre yerleştirmeyi başarırlar.
1959 basımı kitabım da bu anlamda gerçekten çok önemlidir, belki de Batı’yı Zen Budizm’le tanıştıran ilk kitaplardandır.
Zen Budizm’i dünyadaki diğer çoğu dinden ayırt eden bir özelliği büyük kozmolojileri olmamasıdır.
Zen Budizm’i dünyadaki diğer çoğu dinden ayırt eden bir özelliği büyük kozmolojileri olmamasıdır.
Zen’in öğretilerinde evrenin yaratıcısı varlıklar, büyük tufanlar, sekiz kollu tanrılar yoktur.
Bunun yanında metinlere ve doktrinlere de diğer dinler kadar bağlı değildir, gerçek bilginin yazılanlardan değil tecrübeden ve deneyimden geldiğini öğretir.
Zen’in öğretileri disiplin ve meditasyon pratiği üzerine kurulmuştur, burada amaç zihnin ve evrenin gerçek doğasını keşfetmektir.
Zen felsefesini üç bölümde anlayabiliriz: doğru pratik, doğru tutum ve doğru kavrayış. Doğru pratik oldukça sadedir, disiplinli bir şekilde her gün meditasyona oturmak gerekir.
Oturduğumuzda yapmamız gereken tek şey nefes almaktır.
Zihnimizde bir sahilde yürüdüğümüzü canlandırmamıza, dualar okumamıza, bedenimizi farklı pozisyonlara sokmamıza gerek yoktur, sadece nefes almamız yeterlidir.
Doğru tutum, pratiği de etkiler.
Zen’de disiplinli bir tutum çok önemlidir, hayatımızda ne olursa olsun her gün meditasyona oturmak gerekir.
Doğru tutum hem meditasyon sırasında hem de gündelik hayatımızda spontane olmamız, kendimizi özgürce ifade etmemiz gerektiğini öğretir.
Gerçek doğamız sadece böyle ortaya çıkabilir.
Doğru kavrayışa göre gerçek doğamızı aklımızla kavrayamayız, deneyimlememiz gerekir. Hakiki anlayış pratiktedir.
Zen’de aydınlanma (Japoncası satori) mantık dışıdır, açıklanamazdır, sadece sezgiseldir.
Zen’de aydınlanma (Japoncası satori) mantık dışıdır, açıklanamazdır, sadece sezgiseldir.
Satori’ye ulaştığımızda çevremizdeki dünyanın ötesini, hakiki, sonsuz ve mutlak evreni görebiliriz.
Satori’de kendi benliğimizi kaybedip Birliğin bir parçası haline geliriz.
Dünyadaki canlı veya cansız her şeyin bu mutlak varoluşun bir parçası olduğunu, yani özünde kutsal olduğunu görürüz.
Bu farkındalık gündelik hayatlarımıza yeni bir özgürlükle devam etmemizi sağlar. Çünkü artık yaptığımız en küçük, en önemsiz işin bile bu mutlak sonsuzluğun bir parçası olduğunu biliriz.
Yani aydınlanma hem mutlak bir farkındalıktır hem de olağanın içindedir.
Örneğin, bir Zen sözü şöyle der, “aydınlanmadan önce odun kes, su taşı, aydınlandıktan sonra odun kes, su taşı”.
Buna benzer olarak Zen ustası D.T. Suzuki’ye aydınlanmanın nasıl bir his olduğu sorulduğunda şöyle cevap verir, “aydınlanma her günkü bilinç gibidir ama yerden beş santim yukarıdadır”.
Önceden söylediğim gibi Zen’de hakiki anlayış pratiktedir.
Önceden söylediğim gibi Zen’de hakiki anlayış pratiktedir.
Zen pratiğinin önemli bir parçası koan okumalarıdır.
Koan, kısa bir hikâye, fıkra, diyalog, soru veya söz olabilir.
Koan’lar çoğu zaman mantık dışıdır, anlaşılmazdır.
Koan okumalarının temel amacı Zen öğrencilerini şüpheye düşürmektir.
Yukarıda bahsettiğim üzere Zen Budizm’de doğru kavrayış akla dayanmaz, yani gerçek doğamızı rasyonel mantık çerçevesinde kavrayamayız.
Koan’ların amacı da öğrencileri rasyonel bir bakış açısından çıkarmak, kafalarını karıştırmak, böylece de doğru kavrayışa, son olarak da satori’ye yaklaştırmaktır.
Popüler kültürde koan’lar anlaşılamaz ve anlamsız, absürt sözler olarak bilinir. Fakat Zen pratiği içinde bu doğru değildir, bir usta öğrencisine bir koan hakkında soru sorduğunda öğrenicinin üzerine düşünmesini ve gerçek bir cevap vermesini bekler. Koan’lar üzerine sürekli düşünmek gerçek doğamızı açığa çıkarmamızı sağlar.
Yazımın başında bahsettiğim kitabımdan en sevdiğim koan’ları paylaşmak ve satori, birlik, mutlak farkındalık ve mantık dışılık gibi temaların nasıl anlatıldığını göstermek istiyorum.
Yazımın başında bahsettiğim kitabımdan en sevdiğim koan’ları paylaşmak ve satori, birlik, mutlak farkındalık ve mantık dışılık gibi temaların nasıl anlatıldığını göstermek istiyorum.
“Öğrenci Tokusan, konuşmak ve dinlemek için akşamları usta Ryutan’a giderdi.
Bir gece soruları bittiğinde çok geç olmuştu. ‘Neden yatmaya gitmiyorsun?’ diye sordu Ryutan. Tokusan eğildi ve dışarı çıkmak için kapıyı açtı.
‘Dışarısı çok karanlık’ dedi. ‘Bu mumu al’ dedi Ryutan, ve öğrenciye bir mum yaktı. Tokusan elini uzattı ve mumu aldı.
Ryutan öne eğildi ve mumu üfleyerek söndürdü”.
Bu, tipik bir koan hikayesidir.
Bir öğrenci ve ustanın diyaloğuna şahit oluruz ve hikâye ustanın yaptığı mantık dışı, absürt bir hareket veya sözle bir anda sona erer.
Usta ilk başta mumu verip sonra söndürerek ne demek istemiştir?
Dışarının karanlığını aydınlatmak için, yani varoluşun gizemini anlamak için mum ışığına, yani bilgiye, zekaya, teknolojiye ihtiyaç yoktur.
Karanlıkta yolumuzu bulmak için sezgilerimiz yeterlidir. Mutlak varoluş da ancak sezgisel bir şekilde anlaşılabilir.
“Usta Shuzan bastonunu kaldırıp keşişlerinin önünde salladı.
“Usta Shuzan bastonunu kaldırıp keşişlerinin önünde salladı.
‘Eğer buna baston derseniz’ dedi, ‘onun sonsuz hakikatini inkâr etmiş olursunuz.
Eğer buna baston demezseniz onun şu andaki durumunu inkâr etmiş olursunuz.
O zaman söyleyin bana, buna ne dememiz lazım?”.
Zen’de canlı, cansız her şey sonsuzluğun, evrenin, Buda’nın bir parçasıdır.
Yani bastona baston demek kutsallığını görmemektir.
Fakat, aynı zamanda baston bir bastondur, karşımızda tüm bastonluğuyla var olmuştur. Eğer “bu bir baston değil” dersek karşımızdaki somut objeyi görmemiş oluruz.
İşte Zen’in olayı tam da budur, her şey aynı anda hem oldukları somut varlıklardır hem de sonsuzluktur, Buda’nın ve evrenin bir parçasıdır.
Yazımı kitaptaki en sevdiğim koan ile bitirmek istiyorum.
Yazımı kitaptaki en sevdiğim koan ile bitirmek istiyorum.
“Usta Ikkyu bilgeliğini çocukken bile gösterirdi.
Bir keresinde öğretmeninin çok değerli aile yadigarı çay fincanını kırmıştı ve çok üzülmüştü.
Ne yapacağını düşünürken öğretmeninin geldiğini duydu.
Çabucak fincanın parçalarını kıyafetlerinin altına sakladı.
‘Usta’, dedi, ‘her şey niye ölür?’ ‘Her şeyin ölmesi ve içlerinde toplanan maddelerin ayrışıp ve parçalanması çok doğaldır’ dedi öğretmen.
‘Vakti geldiğinde herkes ve her şey gitmelidir. ‘Usta’, dedi küçük Ikkyu ve fincanın parçalarını gösterdi, ‘fincanınızın gitme vakti gelmişti’.
Nobunaga adlı bir yüce Japon savaşçısı bir avuç eriyle
YanıtlaSilSayıca on kat daha güçlü düşmana saldırmayı kararlaştırır.
Kazanacağını bilir ama erleri kuşkuludur.
Yolda bir Shinto sinliğinde duraklarken, erlerine şunları söyler:
Sinliğe gireceğim.
Çıkınca şu parayı atacağım
Tura gelirse kazanacağız
Yazı gelirse yenileceğiz.
Kaderin elinde bir oyuncağız biz.
Nobunaga sinliğe girer sessizce yakarır
Çıktığında atar parayı tura gelir.
Erleri vuruşmak için sabırsızlanırlar ve kolayca kazanırlar savaşı.
Yazgıyı kimse değiştiremez! der yardımcısı savaştan sonra.
Doğru dersin! diye yanıtlar Nobunaga
İki yanı Turalı parayı göstererek.
(Ank. Kemal Kalın)
Kemal Hocam
SilOda Nobunaga, Ashikaga şogunluğunu devirmiş
Japon eyaletlerinin yarısını kendi yönetimi altında birleştirerek yıllardır sürmekte olan Sengoku dönemini sona erdirmiş bir komutandır
Zen Ustasına sormuşlar:
YanıtlaSilSenden hoşlanıyorum ile seni seviyorum arasındaki fark nedir?
Usta cevap vermiş:
Bir çiçekten hoşlanırsan onu koparırsın.
Fakat bir çiçeği seversen onu her gün sularsın.
Bunu anlayan kişi yaşamı anlar
(İzm. Filiz Elmas)
Filiz Hocam
SilBu Buda'nın kendi sözü, Buda veya Zen Rahiplerini söz değil çoğu kaynaklarda böyledir
Tendai okulu öğrencileri
YanıtlaSilZen Japonya’ya gelmeden önce de meditasyonu bilirlerdi.
Bunlardan dört sıkı fıkı arkadaş
Yedi gün birbirleriyle konuşmamaya ant içerler.
Birinci gün hepsi sessizdir.
Meditasyonları kusursuz bir başlangıç yapmıştır.
Ne var ki gece lambalarının yağı bitip de oda karardığında öğrencilerden biri kendini tutamayıp hizmetliye seslenir:
- Yağ koysana şu lambaya!
İkinci öğrenci bunun üzerine
- Hani konuşmayacaktık!" diye atılır.
- İkiniz de aptalsınız, neden konuştunuz?" derken üçüncüsü
- Konuşmayan bir ben kaldım!" demez mi dördüncüsü!
Bu Zen benzetmesi sadece sessizlikle ilgili bir hikaye değil
SilAynı zamanda yalnız kalmak hakkında da bir hikaye.
Kaçımız konuşmayı ne zaman bırakmamız gerektiğini biliyor ve bunu gerçekten yapabiliyoruz?
Öğrencinin birisi
YanıtlaSilZen öğrenmek için, ustanın karşısına çıkar.
Ustaya, eğitimin ne kadar süreceğini sorar.
Usta 10 sene cevabını verir.
Öğrenci, "ben o kadar zaman ayıramam.
2 kat fazla çalışırsam ne kadar sürer." diye sorduğunda
Usta bu kez 20 sene cevabını verir.
Öğrenci çabasını arttırdıkça
Usta eğitim süresini de arttırmaktadır.
Öğrenci en sonunda
Ustanın cevaplarına isyan edince
Ustadan
Gözünü hedefe ne kadar dikersen
Yoldan da o kadar uzaklaşırsın.
Cevabını alır.
(Bolu Yılmaz Selin)
Çinli Zen ustası Hyakujo sekseninde bile öğrencileriyle didinir
YanıtlaSilYerleri süpürür
Bahçeyi sular
Ağaçları budarmış.
Öğrenciler
Bunca çalışan yaşlı öğretmenlerine acırlar ve üzülürlerdi
Durup dinlenmesi yönündeki dileklerine kulak asmayacağını bildiklerinden gidip öğretmenin gereçlerini saklarlar.
O gün ustaları yemek yemez.
Ertesi günde, daha ertesi günde
Gereçlerini sakladık, ona bozulmuş olmalı diye düşünür öğrenciler
En iyisi çıkarıp yerine koyalım şunları sakladıkları gereçleri ortaya çıkarır çıkarmaz da
Ustanın eskisi gibi çalıştığını
Yiyip içtiğini görürler.
O akşam usta derste
Çalışmayana yemek yok der.
(Ank. Salman Atılgan)
Zen üstadının teki ilk defa çıktığı tatilden dönmüş.
YanıtlaSilÖğrencisi merakla sormuş:
- Hocam, tatil nasıldı, nasıl geçti?
Üstat yanıtlamış:
- Beynimi de götürmeseydim iyiydi.
(İst. Haluk Sedir)
Gecenin bir yarısı Zen tapınağı koridorunda genç bir kız feryat figan baş rahibeyi arıyormuş.
YanıtlaSilBaş rahibe gürültüye uyanmış ve kızı koridorda yakalamış;
* Üstün başın berbat durumda, bu halin ne, ne oldu sana kızım?
** Tecavüze uğradım, kendimi çok kirli hissediyorum
Ne yapacağım?
Ne olur yardım edin?
* Limon bulalım hemen
Derhal benle mutfağa gel
Limon atmalısın ağzına.
** Peki ama neden
Bunun ne faydası olabilir ki?
* Önce yüzündeki aptal gülümsemeyi yok etmeliyiz.
(Trabzon Berk Okku)
Bir samuray, bir kış günü Eisai’nin tapınağına gelir ve bir ricada bulunur:
YanıtlaSil- “ben hasta ve yoksulum” dedi,
- “ve ailem açlıktan ölüyor. Lütfen efendim bize yardım edin. “
Halkın yardımlarına bağlı olarak yaşayan Esasi’nin hayatı zorluklarla doluydu
Verebilecek hiçbir şeyi yoktu.
Tam samurayı geri göndermek üzereyken
Meditasyon salonundaki Yakushi Buda’nın heykeli aklına geldi.
Heykele gidip başındaki değerli haleyi kopartıp samuraya verdi.
Eisai:
- “bunu sat” dedi.
- “bu seni bir süre idare eder.”
Şaşkın ama çaresiz samuray, haleyi aldı ve gitti.
- “efendim! bu bir hakarettir!
Bunu nasıl yapabilirsiniz?” diye Esasi’nin müritlerinden biri bağırdı.
Eisai:
- “hakaret mi?
Hıh! ben sadece sevgi ve merhametle dolu olan Buda’nın zihnini
Tabiri caizse işe yarar hale getirdim.
Aslında bu zavallı samurayı duymuş olsaydı
Buda’nın kendisi onun için bir uzvunu keserdi” dedi.
Çok basit ama çok önemli bir öykü.
(Adana Mustafa Kuş)
Yaşlı bir Zen ustasına sormuşlar:
YanıtlaSil- "hangi insanlardan uzak durmalıyız?"
Üstat demiş ki:
Bir insanın iyi olduğunu anlamak istiyorsan ona tüm dertlerini anlat
Yaralarını açıp göster
Sonra da onunla kavga et bir sebeple.
Kızdığında, seni hakkında bildiği şeylerden vurmaya çalışmıyorsa kaybetme onu.
İyi insandır o.
Yani senin zayıflıklarını bilip de
Oralardan vurmaktan çekinmeyen insanlardan uzak dur.
(Bursa Suzan Salma)
Büyük bir Japon bilgesi, çölde kumlar üzerinde oturmuş meditasyon halindedir…
YanıtlaSilAdamın biri, ona yaklaşır ve şöyle der:
- beni öğrencin olarak kabul et.
Bilge, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der:
- kısalt!
Adam, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
Bilge der ki:
- git, bir sene sonra tekrar gel.
Bir yıl geçer. Bilge, yine bir çizgi çizer ve der ki:
- kısalt!
Adam, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.
Bilge, gene kabul etmez ve der ki:
- git, gelecek sene gene gel.
Gelecek yıl olur. Bilge, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve adamdan onu kısaltmasını ister.
Bu kez, adam der ki:
- bilmiyorum.
Ve Bilge’den cevabı kendisine söylemesini rica eder.
Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki:
- şimdi kısaldı.
Bu hikâye, Japon kültüründe ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir.
Düşmanlığa ve diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, çünkü olgunlaşıp ilerlemenle onlar kendiliğinden yenilgiye uğrarlar.
(Urfa Kerim Ulucan)
Üstada sormuşlar "sevgi mi nefret mi?";
YanıtlaSil"Nefret" diye cevap vermiş ve eklemiş:
"Çünkü onun sahtesi olmaz!"
(Almanya Kerime Ayna)
Zen der ki
YanıtlaSilSen dersin “ben onsuz yaşayamam!”
Zen der “bağlanmadan sevmeyi öğrenmelisin”
Sen dersin “yaptıklarını ona ödeteceğim!”
Zen der “şefkatle, yargılamadan bakmayı bileceksin”
Sen dersin “konuşalım, halledelim bu meseleyi’
Zen der “sessizlikte saklı tüm çözümlerin”
Sen dersin “her şeyim olsun isterim hayatta”
Zen der “yoklukta dahi bolluğu hissetmelisin”
Sen dersin “hayat geçiyor, yapacak çok şey var daha”
Zen der “ne bu telaş? sen bir ruhsun, sonsuza kadar vaktin.”
Sen dersin “güzel şeyler hiç mi hiç değişmesin”
(Yozgat Halis Yel)
Şehrin birinde girişte oturan yaşlı bir kadına uzaktan geldiği belli olan bir adam yaklaşır ve sorar:
YanıtlaSil-''ben daha önce bu şehre hiç gelmedim. Bu şehirde nasıl insanlar yaşıyor?''
Soruya soruyla cevap verir yaşlı kadın:
-''peki senin geldiğin şehirde nasıl insanlar yaşıyordu?''
-''kötü ve bencil insanlar yaşıyordu ve ben düşünmeden onlardan ayrıldım, buna pişman değilim.''
-''o zaman dostum, sen burada da aynı insanları göreceksin.''
Bir süre sonra başka bir adam şehre yaklaşır ve yaşlı kadına aynı soruyu sorar:
-''ben daha önce bu şehre hiç gelmedim. Buranın adetlerini ve insanlarını tanımıyorum. Bu şehirde nasıl insanlar yaşıyor?''
Yine soruya soruyla cevap verir yaşlı kadın:
-''peki senin terk ettiğin şehirde nasıl insanlar yaşıyordu?''
-''hoş, misafirperver ve olumlu insanlardı. Çoğu ile dost olmuştum ve orayı terk etmek benim için zor oldu.''
-''o zaman burada da aynı insanları göreceksin.''
Şehre mallarını getiren tüccar bu iki konuşmayı da dinler ve hayretle yaşlı kadına şunu sorar:
-''aynı soruyu soran iki ayrı insana da farklı cevaplar verdin, bu nasıl oluyor?''
Yaşlı kadın şöyle cevap verir:
-''her insanın kalbinde kendi dünyası vardır. Eğer geldiği yerde iyi bir şey görmediyse o bunu burada da göremez. Etrafında artıları gören insansa eğer burada da artıları görür ve dost bulur. Çünkü biz çevremizde bulunan insanlarda ancak kendimizde, içimizde olan özellikleri görürüz.''
(Samsun Hasan Kel)
Bu Zen hikayesi karma fikriyle ilgili.
SilBirinin başına gelen her şey onun kendi eylemlerinin sonucudur.
Nefret ettiğimiz bir hayattan kaçma umuduyla dünyanın yarısını dolaşabiliriz.
Bunun yerine bulacağımız şey, gittiğimiz her yere bu hayatı yanımızda getireceğimizdir.
Neyse ki bu aynı zamanda pozitif durumlar için de geçerlidir
Çünkü mutluluk gerçekten de bir seçim olabilir.
Öğrencisi Zen üstadına sormuş:
YanıtlaSil- Hiç nedir üstat?
Üstat öğrencisine boş bir sayfa uzatmış.
- Ne çizebilirsin bu sayfaya?
Diye sormuş.
- Her şeyi çizebilirim.
Demiş öğrenci.
Üstat cevap vermiş:
- İşte her şey o hiçin içindedir.
(Kütahya Defne Olgun)
Bir zen üstadı sokak boyunca yürürken başına şöyle bir şey gelmiş:
YanıtlaSilBir adam koşarak gelip ona sert bir şekilde vurmuş.
Üstat yere düşmüş, ayağa kalkmış ve önceden yürüdüğü yönde, geriye bile dönüp bakmadan tekrar yürümeye başlamış.
Yanında bir öğrencisi varmış.
Şoka uğramış ve üstada:
Bu adam da kim?
Bu nedir?
Böyle birileri yaşıyorken
Herhangi birisi gelip sizi öldürebilir.
Ve siz adamın kim olduğunu
Bunu neden yaptığını merak edip dönüp bakmadınız bile' demiş.
Üstat da:
Bu onun sorunu, benim değil. demiş.
(Mersin Fatih Kuzu)
Yaşlı bir zen ustası, çırağının sızlanmalarından usanır ve bir sabah onu tuz almaya yollar. Çırak döndüğünde usta ona bir avuç tuzu bir bardak suya katmasını ve sonra da bu suyu içmesini söyler.
YanıtlaSil"tadı nasıl" diye sorar usta.
"Acı" der çırak
Usta güler ve çıraktan yine bir avuç tuz almasını ve gidip göle atmasını ister.
Beraber sessizce yakındaki göle doğru yürürler. Çırak bir avuç tuzu göle savurduğunda,
"Şimdi gölden su iç" der usta.
Genç çırağın çenesinden sular damlarken usta tekrar sorar:
"tadı nasıl?"
"Taze" der çırak.
Usta bu sefer;
"tuzun tadını alıyor musun?"
Diye sorar.
"Hayır" diye yanıtlar genç adam.
Bunu üzerine usta genç ve ciddi delikanlının yanına oturur ve usulca anlatmaya koyulur.
"Hayattaki acılar katıksız tuza benzer ne bir eksik ne bir fazla. Yaşanan acıların miktarı değişmez, hep aynıdır. Ancak, tattığımız acının miktarı onu koyduğumuz kaba göre değişir.
O yüzden acı içerisindeyken yapabileceğin yegâne şey algını genişletmektir.
Bardak olmayı bırak, göl ol!"
(Esk. Hülya Otluk)
Japonya’da 4. yüzyılın sonlarına doğru tahta oturan imparator Nintoku, yüksek bir kuleye çıkar ve ülkesine bakar.
YanıtlaSilGökyüzüne doğru yükselen tek duman dahi göremeyince, halkının yoksul düştüğüne ve bu yüzden hiç kimsenin evinde pirinç dahi pişiremediğini anlar.
Hemen bir ferman çıkaran Nintoku, halkının üç yıl boyunca sadece kendileri için çalışmasını emreder. Sarayda çalışanları bile evlerine gönderir.
Sadece kendileri için çalışan halk, üç yılın sonunda bolluğa kavuşur.
Nintoku kuleye çıkar, ülkenin her yerinde ocakların tütmekte olduğunu yükselen dumanlardan anlar. Yanındaki eşine sevinç içinde “artık zenginiz” der.
İmparatoriçe ise üç yıl boyunca bakımsızlıktan dolayı her yeri eskiyen, çatısı akan, çiçekleri solmuş sarayı göstererek “sen bu halimize zenginlik mi diyorsun” der.
Nintoku ‘nun yanıtı, yüzyıllardır Japonların aklından çıkmaz; “halkın fakirliği, bizim fakirliğimizdir, zenginliği de bizim zenginliğimizdir.”
(Rize Recep Düzova)
Genç bir adam, yaşlı bir bilgeye gelip şunu sorar:
YanıtlaSil- kendimi aciz ve gereksiz hissediyorum, yaşamak istemiyorum. Çevremdeki insanların pek çoğu bana değersiz bir insan gibi davranıyorlar, kabalık ediyorlar.
Ne yapmam lazım? bana yardım et lütfen!
Yaşlı bilge cevap verir:
- bana bir konuda yardım edersen, ben de sana öğüt veririm.
Kabul eder genç adam. Parmağından yüzüğünü çıkaran bilge de yüzüğünü gence vererek şöyle der:
- bu çok nadir taşı olan bir yüzük; fiyatı da oldukça pahalı. Bunu pazara götür,
Karşına çıkan herkese teklif et. Fiyatı on altın. Sakın daha ucuza satma!
Genç yüzüğü alır ve pazara gider. Orada çalışan tüccarlara sorar ama yüzüğe merakla bakan tüccarlar fiyatı duyunca dalga geçercesine gülüp geçerler. Tüm pazarı dolaşan ve bu yüzden fazla insana yüzüğü teklif eden genç artık yorgun düşer ve bilgenin yanına dönmeye karar verir.
- ödevini yerine getiremedim, affet.
Diyerek bilgeye şanssızlığını anlatan gence bilge şöyle der:
- böyle bir yüzüğü satmadan önce onun asıl fiyatını belirlemek gerekir, en doğrusunu kuyumcu bilir. Kuyumcuya git ve yüzüğü ona teklif et!
Bunun üzerine genç adam yüzükle kuyumcuya gider. Yüzüğü inceleyen kuyumcu:
- bu çok değerli bir yüzük. Ben buna 70 altın veririm, der.
Bu sözlere çok sevinen genç geri döner ve kuyumcunun dediğini bilgeye iletir.
Bilge de kendisine:
- sen şimdi çok güzel bir ders aldın. Değerli bir maddenin değerini ancak kuyumcu bilir. Ama sen piyasada karşına çıkan herkese fiyat verdin. Insanlar da böyledir, çok değerlidir ama onun gerçek değerini ancak kuyumcu anlar. Karşına çıkan her insanın fikrini sakın dikkate alma!
(Bolu Şakir Çakmak)
Çin’de adamın birisi dünyanın en büyük okçusu olmak ister.
YanıtlaSil-"ne yapmam gerek bunun için?" sorusuna,
"önce şu kitapları bir oku" bakalım derler 500 kadar kitabı göstererek. Adam uzun bir müddet bu kitaplarla haşır neşir olarak bitirir okumayı. Sonrasında;
- "peki artık oldum mu?" diye sorar.
- "hayır tabii ki derler. Bal bal diyerek ağız tatlanmaz. Şimdi git bu işin ustasını bul. Ondan ders al " derler.
Adam gider işin ustasından dersini alır. Ve gelir tekrar sorar. "oldum mu?" diye. Cevap gene hayırdır. Kendisine bu işi en iyi yapan kişiden ders alması gerektiği ve o kişinin de falanca dağın ardında yaşadığı söylenir.
Adam uzun bir müddet yol yürümüş ve o dağın tepesine kan revan içinde varmış. Bahsi geçen adamın yaşadığı evi ve bahçesinde elinde kürekle çalışan ustayı görmüş. Yanına yaklaşarak gelme maksadını açıklamış ustaya.
Ustanın cevabı " git görmeyi öğren de gel" olmuş. Adamın morali bozulmuş, " o kadar yol geldik diyeceği bu muydu?" diye içinden geçirmiş. Dönmüş gerisin geri evine. Evinde de bir saman çöpü almış ucuna da bir cisim yerleştirmiş ve 3 yıl boyunca o cisme bakmış bütün boş vakitlerinde. En son demişler ki, adam o kadar izlemiş ki o cismi, artık onu en ufak ayrıntısına kadar bile görmeye başlamış. Hatta bir at gövdesi gibi büyük gelmeye başlamış gözlerine. Böyle küçük şeyleri büyük, büyük şeyleri de daha büyük görmeyi öğrenmiş.
Sonrasında ustanın yanına gitmiş tekrardan ve yaptıklarını anlatmış.
Usta istifini bozmadan “git gözlerini kırpmamayı öğren de gel" demiş. Adam tekrar evine dönmüş. Karısının dikiş makinesinin iğnesini izlemeye başlamış uzun bir süre. Artık o kadar izlemiş ki o iğneyi, hakkında kirpiklerinin arasına örümceğin ağ ördüğüne dair şehir efsanesi yayılmış.
Neyse bizim adam tekrar ustanın yanına varmış. Usta:
- "gel evladım al şu oku ve yayı" demiş. Sonrasında:
- "şu karşıdaki ağacı görüyor musun?" diye sormuş. Adam evet diye cevap verince.
- "ağaçtaki budağı vur bakalım" demiş.
Adam çekmiş yayı ve budağı vurmuş okla. Sonra usta:
- " çek bir ok daha ve önceki vurduğun oku vur demiş. Adam gene aynı şekilde vurmuş oku. Böyle böyle 2,3,4 derken atılan oklardan, ağaçtan adamla ustaya kadar oklardan yol olmuş neredeyse.
Usta adama artık " sen bir ustasın" demiş. Adam sevinmiş ve gerisin geri köyüne dönerken düşünmüş:
- " ben ustam yaşarken dünyanın en iyi okçusu olamam ki"
Dönmüş ustasına bakmış. Ustası elinde çapasıyla bağ bahçeyle uğraşırken çekmiş bir oku germiş yayı ve ustasına fırlatmış. Usta bunu görmüş ve o da hemen bir ok alarak fırlatmış. Iki ok havada çarpışmış ve yere düşmüş. Adam ustasına mahcup olmuş. Ama ustası ona kızmadan:
-"sen dünyanın en büyük okçusu olmak istiyorsun anladım. Bunun için falanca dağın ardında bir usta var ona gitmen gerek" demiş.
Adam düşmüş yollara ve bahsi geçen ustayı bulmuş. Bu usta ise bir piri fani, elleri ayakları titreyen yaşlı bir adammış. Bizim adam işkillenmiş herhalde yanlış yere geldim diye. Sonrasında da doğrudur deyip, çantasından çıkarmış okunu çekmiş yayını ve ustanın altında oturduğu ağaçtan bir kuş vurmuş ve yere düşürmüş. Usta ise elleri titreye titreye bir ok alır gibi yapmış, elleri titreye titreye yayını gerer gibi yapmış ve fırlatmış gibi yapmış okunu ve daha yukarıdan bir kuş düşürmüş ve:
- " evladım sen hala okla ve yayla mı okçuluk yapıyorsun " diye sormuş.
Neyse bizim adam bu ustanın yanında 9 sene geçirmiş. Sonra köyüne dönmüş. Dönmüş ama o ilk halinden eser kalmamış. O eski kibirli hali gitmiş yerine mütevazi, sessiz sakin bir hal gelmiş.
Bir gün arkadaşıyla otururken, arkadaşının evinde masa üstünde bir şey görmüş ve ne olduğunu sormuş arkadaşına. Arkadaşı dalga geçtiğini sanmış. Adamın ciddi olduğunu görünce onun ok ve yay olduğunu söylemiş. Adam okçulukta o kadar ileri gitmiş ki, okun ve yayın ne olduğunu unutmuşmuş.
Eşya zıddıyla kaimdir ve her şey en son noktaya kadar gidince, tersinden aslına döner.
(İst. Hasan Derici)
Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek;
YanıtlaSil- sorun nedir? diye sormuş.
Adamlardan biri diğerine işaret ederek:
- o, yaptığı dedikodularla sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı! demiş.
Öteki hemen atılmış:
- üzgünüm. Böyle olsun istememiştim. Tüm söylediklerimi geri alıyorum.
- yaa. Bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun? diye söze katılmış bilge,
- yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel.
- nasıl yani?
- dediğimi yaparsan anlayacaksın demiş bilge.
Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca;
- şimdi, demiş bilge, bunların hepsini toplayıp bana geri getir.
Adam şaşkınlıkla;
- ama bu mümkün değil! diye cevap vermiş.
- baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular. Öyle geniş bir alana yayıldılar ki, bunların hepsini toplamak imkânsız.
- tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi demiş bilge,
Yaptığın dedikoduların nerelere, ne kadar uzak mesafelere kadar gittiğini ve nelere sebep olduğunu bilebilir misin, söylesene?
(Erzincan Hüseyin Kepkep)
Zen ustalarının en büyüklerinden biri olan lin Chi şöyle dermiş:
YanıtlaSil"gençken tekneler beni büyülerdi.
Küçük bir kayığım vardı ve yalnız başıma göle açılırdım.
Saatlerce orada kalırdım.
Bir seferinde güzel bir gecede kapalı gözlerle, kayığımda meditasyon yapıyordum.
Akıntı aşağı boş bir kayık geldi ve benimkine çarptı.
Gözlerim kapalıydı, bu yüzden şöyle düşündüm:
'biri kayığıyla geldi ve kayığıma çarptı.' içimde öfke yükseldi.
Gözlerimi açtım ve öfke içinde adama bir şey söyleyecekken kayığın boş olduğunu fark ettim.
O zaman hareket edecek yön kalmadı.
Öfkemi kime ifade edecektim?
Kayık boştu. Yalnızca akıntı aşağı yüzüyordu ve gelip benim kayığıma çarpmıştı.
Bu yüzden yapacak hiçbir şey yoktu.
Öfkemi boş bir kayığa yansıtamazdım.
Gözlerimi kapattım.
Öfke oradaydı ama çıkış yolu bulamadığımdan gözlerimi kapattım ve öfkeye doğru geri geri yüzdüm.
Ve o boş kayık benim fark edişim oldu. O sessiz gece, içimde bir noktaya geldim.
O boş kayık benim ustamdı.
Ve artık biri gelip bana hakaret ettiğinde gülüyorum ve diyorum ki:
'bu kayık da boş...' gözlerimi kapatıyorum ve içeriye gidiyorum.
(Uşak Mehmet Güzel)
Bir gün bir bilgeye:
YanıtlaSil- "nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar.
- "üç adım atmakla" diye cevap vermiş bilge ve devam etmiş:
- "önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gerekir.
Insanlığa attığın ilk adım budur.
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin anda ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman ise insan olursun."
(Zonguldak Taner Tosun)
Bir gün çok kitap okuyan bir bilge ile çok gezen bir bilge ağacın altında serinlemektelermiş. Öğrencinin teki gelmiş ve bunlara sormuş:
YanıtlaSil- Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?
Çok kitap okuyan bilge kitabını çıkarıp bakmış:
- Burada okuduğuma göre çok gezen bilir.
Demiş.
Çok gezen bilge durur mu.
- Bu kadar gezdim, bunu hiç bilmiyordum. Demiş.
(İzmit Cumali İri)
Ormandaki en uzun meşe sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır.
YanıtlaSilDiğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını kesmediği
Çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu
Fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği
Hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de en uzun meşe o olmuştur.
(Tunceli Zaza Haksever)
Köyün en güzel kızlarından biri hamile kalmıştır.
YanıtlaSilKızın öfkeli ailesi çocuğun babasının kim olduğunu öğrenmekte ısrar eder.
Korku ve utanç içinde kıvranan kız bir türlü erkeğin kimliğini açıklamak istemez.
Ama baskıya daha fazla dayanamayınca, sade ve arınmış bir kişi olarak bilinen zen ustası Hakuin 'i işaret eder.
Çılgına dönen aile Hakuin ‘in kapısına dayanır ve onu suçlar.
Hakuin'in yanıtı basittir:
"ha, öyle mi?"
Doğumdan sonra aile bebeği artık halkın gözünde saygınlığını yitirmiş olan Hakuin’in götürür ve onun bakımını üstlenmesini isterler.
Hakuin sadece
"ha, öyle mi?" der ve bebeği kabul eder.
Usta aylarca büyük bir özenle bebeğe bakar.
Bir gün gelir genç kız dayanamayıp itiraf eder;
Çocuğun babası köyde bir delikanlıdır ve onu korumak adına bu yalana başvurmuştur.
Aile Hakuin’in koşar
Uzun uzadıya özür diler
Ustanın kendilerini bağışlamasını ve çocuğu geri vermesini isterler.
Hakuin çocuğu onlara uzatırken sadece
"ha, öyle mi?" der.
(Kars Hamza Zara)
Zen ustaları Tanzan ve Ekido bir zamanlar çamurlu bir yolda birlikte seyahat ederken şiddetli bir yağmur bastırdı.
YanıtlaSilYolda yürüyemeyen ipek kimonolu ve kuşaklı güzel bir kızla karşılaştılar.
Tanzan kızı kollarına alarak çamurlu yolu geçmesine yardım etti.
Ekido, o gece bir konaklama tapınağına varana kadar bir daha konuşmadı. Sonra artık kendini tutamadı. Tanzan’a “Biz keşişler kadınlara yaklaşmayız.” dedi, “Özellikle genç ve sevimli olanlara. Tehlikeli. Neden bunu yaptın?”
Tanzan, “Ben kızı orada bıraktım. Sen hala taşıyor musun?”
(Edirne Ayşe Dem)
Bir Zen öğrencisi öğretmenine yaklaştı.
YanıtlaSil“Kontrol edilemeyen bir öfkem var. Bunu aşmama yardım eder misin?”
Zen ustası sordu: “Hmm bu garip. Bana öfkeni gösterebilir misin?”
“Şimdi olmaz.”
“Neden olmasın?”
“Birdenbire ortaya çıkıyor.”
“Öyleyse gerçek doğanın bir parçası olamaz” dedi usta.
“Öyle olsaydı, bunu göstermekte hiç zorluk çekmezdin!
Neden sana ait olmayan bir şeyin seni endişelendirmesine izin veriyorsun?”
(Şırnak Kasım Uzun)
Bir dövüş sanatları öğrencisinin öğretmenine bir sorusu vardı.
YanıtlaSil“Dövüş sanatlarındaki becerilerimi geliştirmek istiyorum. Senin altında çalışmanın yanı sıra, başka bir stil öğrenmek için başka bir öğretmenle de çalışmalıyım diye düşünüyorum. Sence bu iyi bir fikir mi?
Usta cevapladı;
“İki tavşanı kovalamaya çalışan avcı ikisini de yakalayamaz.”
(Balıkesir Yasin Demir)
Bir zamanlar, vaktinin çoğunu tarlasıyla ilgilenerek geçiren yaşlı bir çiftçi varmış.
YanıtlaSilBir gün, bu çiftçinin atı kaçmış.
Durumuna üzülen komşuları, çiftçiyi teselli etmeye gelmişler.
“Ne kötü şans” demiş bir komşusu.
“Belki” diye cevap vermiş yaşlı çiftçi.
Ertesi sabah çiftçinin atı, peşine taktığı üç vahşi at ile geri dönmüş.
Bu durumu hayretle karşılayan komşular “Ne kadar da harika!” demiş.
“Belki” diye yanıtlamış yaşlı adam.
Bir sonraki gün, çiftçinin oğlu yabani atlardan birine binmeye çalışırken düşmüş ve ayağını kırmış.
Komşular, bu talihsizliğe ne kadar üzüldüklerini dile getirmek için yaşlı adamın evine gelmişler.
“Belki” demiş çiftçi.
Ertesi gün, köyün erkeklerini orduya almak üzere askerler gelmiş.
Çiftçinin oğlunu ise ayağı kırık olduğu gerekçesiyle es geçmişler.
Komşular her şeyin nasıl da güzel bir sonuca bağlandığını söylerken
“Belki” demiş yaşlı çiftçi.
(Yalova Musa Tezcan)
Yeni bir öğrenci Zen ustasına yaklaştı ve şöyle sordu:
YanıtlaSil"Eğitimim için kendimi nasıl hazırlamalıyım usta?"
Zen ustası yanıt verdi:
"Beni bir çan gibi düşün;
Bana hafifçe dokunursan küçük bir ses çıkacak.
Güçlü vurursan,
Yüksek bir ses duyacaksın!
(İst. Ergün Asker)
Dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yasamış olan Bokuju'ya bir kez sormuşlar
YanıtlaSil"Her gün giysilerimizi giymek ve yemek yemek zorundayız.
Bu zorunluluktan kendimizi nasıl kurtarabiliriz?"
Usta "Giyiniyoruz, yiyoruz" diye karşılık verince
Soruyu soran, "sizi anlayamıyorum", demiş.
Bokuju'nun öğüdü şöyle:
"Öyleyse giysini giy, yemeğini de ye".
Bir kimse Zen öğrenmeye başlamadan
YanıtlaSilOna dağlar dağ gibi
ırmaklar ırmak gibi görünür
iyi bir ustanın öğretisinden yararlanarak Zen
gerçeğine bir icgoru kazanmaya başlayınca
ona artık dağlar dağ gibi
Irmaklar ırmak gibi gözükmemeye baslar.
Ama en sonunda gerçekten
tam aydınlanmaya ulaşınca gene dağlar dağ gibi
Irmaklar irmak gibi gorunur.
Seigen Ishin
(Ank. Murat Yıldırım)
Bir Japon savaşçı düşmanlarına yakalanır ve hapse atılır.
YanıtlaSilErtesi gün sorguya çekileceği
İşkence edileceği ve idam edileceğinden korktuğu için o gece uyku tutmaz.
Ancak bir süre sonra ünlü bir Zen ustasının sözleri aklına gelir:
Yarın gerçek değildir, bir yanılsamadır! Tek gerçek 'Şimdidir!
Bu sözleri düşündükçe savaşçı rahatlar ve uykuya dalar.
(Bolu Remzi Remi)
Bir üniversite profesörü bir gün Japon Zen ustası Nan-İn'i ziyarete gider
YanıtlaSilAmacı Zen hakkında bilgi edinmektir.
Nan-İn profesöre çay ikram eder ve fincanını iyice doldurur
Fincan dolduğu halde çayı koymaya devam eder.
Profesör fincanın taştığını görünce dayanamaz ve sorar
"Fincan doldu, taşıyor! İçine daha fazla bir şey alamaz!
Usta Nan-İn yanıtlar:
"Bu fincan gibi siz de kendi fikirlerinizle dolusunuz.
Fincanınızı boşaltmadan size nasıl Zen'i gösterebilirim ki?"
(Sinop Berk Bellik)
Bir öğrenci
YanıtlaSilZen ustası Suzuki Roshi'ye sorar:
"Neden Japonlar çay fincanlarını ince ve kolayca kırılır bir şekilde yapıyorlar?"
Usta yanıtlar:
"Fincanlar kırılgan değil
Sen onları nasıl tutacağını bilmiyorsun sadece!
Kendini çevreye uyumlu hale getirmelisin!..."
(Sakarya Meral Akyüz)
Tenno
YanıtlaSilon yıllık çıraklıktan sonra Zen hocası rütbesini elde eder.
Yağmurlu bir gün, ünlü Zen ustası Nan-İn'i ziyarete gider.
İçeri girdiğinde usta onu bir soruyla selâmlar
"Tahta takunyalarını ve şemsiyeni kapı önünde mi bıraktın?"
"Evet," diye yanıtlar Tenno.
Zen ustası devam eder:
"Şemsiyeni ayakkabılarının sağında mı solunda mı bıraktın?"
Tenno soruyu yanıtlayamaz
Henüz "Tam farkındalık" olayına erişemediğini anlar
Nan-İn'in yanında çırak olup on yıl daha çalışır!...
(Karamürsel Arzu Demirel)
Öğrenci Tokusan
YanıtlaSilkonuşmak ve dinlemek için akşamları usta Ryutan’a giderdi.
Bir gece soruları bittiğinde çok geç olmuştu.
‘Neden yatmaya gitmiyorsun?’ diye sordu Ryutan.
Tokusan eğildi ve dışarı çıkmak için kapıyı açtı.
‘Dışarısı çok karanlık’ dedi.
‘Bu mumu al’ dedi Ryutan
öğrenciye bir mum yaktı.
Tokusan elini uzattı ve mumu aldı.
Ryutan öne eğildi ve mumu üfleyerek söndürdü.
(Söke Aydın Keleş)
Aydın Hocam
SilBu, tipik bir koan hikâyesidir.
Bir öğrenci ve ustanın diyaloğuna şahit oluruz ve hikâye ustanın yaptığı mantık dışı, absürt bir Hareket veya sözle bir anda sona erer.
Usta ilk başta mumu verip sonra söndürerek ne demek istemiştir?
Dışarının karanlığını aydınlatmak için
Yani varoluşun gizemini anlamak için mum ışığına, yani bilgiye, zekâya, teknolojiye ihtiyaç yoktur.
Karanlıkta yolumuzu bulmak için sezgilerimiz yeterlidir.
Mutlak varoluş da ancak sezgisel bir şekilde anlaşılabilir.
Usta Shuzan bastonunu kaldırıp keşişlerinin önünde salladı.
YanıtlaSil‘Eğer buna baston derseniz’ dedi
‘onun sonsuz hakikatini inkâr etmiş olursunuz.
Eğer buna baston demezseniz onun şu andaki durumunu inkâr etmiş olursunuz.
O zaman söyleyin bana, buna ne dememiz lazım?”
(Antalya Emre Çalışkan)
Emre Hocam
SilZen’de canlı, cansız her şey sonsuzluğun, evrenin, Buda’nın bir parçasıdır.
Yani bastona baston demek kutsallığını görmemektir.
Fakat, aynı zamanda baston bir bastondur
Karşımızda tüm bastonluğuyla var olmuştur.
Eğer “Bu bir baston değil” dersek karşımızdaki somut objeyi görmemiş oluruz.
İşte Zen’in olayı tam da budur
Her şey aynı anda hem oldukları somut varlıklardır hem de sonsuzluktur
Buda’nın ve evrenin bir parçasıdır.
Usta Ikkyu bilgeliğini çocukken bile gösterirdi.
YanıtlaSilBir keresinde öğretmeninin çok değerli aile yadigârı çay fincanını kırmıştı ve çok üzülmüştü.
Ne yapacağını düşünürken öğretmeninin geldiğini duydu.
Çabucak fincanın parçalarını kıyafetlerinin altına sakladı.
‘Usta’, dedi
‘her şey niye ölür?’
‘Her şeyin ölmesi ve içlerinde toplanan maddelerin ayrışıp ve parçalanması çok doğaldır’ dedi
öğretmen.
‘Vakti geldiğinde herkes ve her şey gitmelidir.’ ‘Usta’, dedi
küçük Ikkyu ve fincanın parçalarını gösterdi
‘fincanınızın gitme vakti gelmişti.’
(Amasya Harun Erik)