TL Faiz Artırsa, Her Şey Çözülür mü? _ Bu Kadar Basit mi? Acaba

Zaten her gün TV’lerde birbirinden değerli “Ekonomistleri” dinleyerek artık iyi bir ekonomi bilirliğine terfi ettik sayılır

Gelin bugün bunu Prof. Dr. Güngör Uras hocamızın dediği gibi
Pazardaki Ayşe Hanım Teyze ve Ali Rıza Amca anlayacağı şekilde irdelemeye çalışalım.

Maalesef bir çözüm de sunamıyorum
Rahmetli dedemin bir lafı vardı
“Çürük Tahta Mıh (Çivi) Tutmaz”

Tarık Başçıl _ 24 Mart 2022

TL faizi yeterince yükseksek
Yabancı finansal yatırımcılar Türkiye'deki bu nemadan faydalanmak için döviz yolluyorlar ve TL faizine yatırmak için Dövizlerini bozduruyorlar

Piyasadaki toplam para miktarı genişletiyor
Ayrıca döviz arz fazlasından dolayı döviz fiyatları düşüyordu.

Para bollaşınca daha önce artmış olan TL faizleri de iniyordu.
Bol para, düşük faiz ve ucuz döviz sayesinde GSYH hızla büyüyor

Hane halkının “harcanabilir geliri” alınan borç sayesinde, artan GSYH'den de hızlı artıyor.

En önemlisi döviz ucuzlayınca ithal emtia ve mallar ucuzluyor ve enflasyon düşüyor.

Bu rahat ortamda ücretler hem dolar, hem de reel TL olarak artıyor.
Gelir dağılımı da daha eşit hale geliyor ve hayat herkes için ucuzluyor.

Ancak bu olumlu gelişmeler yaşanırken cari açığın artması gibi istenmeyen bir olumsuzluk oluşuyor

Artan cari açıkla birlikte doğal olarak, ülkenin dış borç stoku büyüyor.

Borç stoku büyürken, yıllık döviz akımının azalması yabancılarda “Acaba Türkiye temerrüde düşer mi?” tedirginliği yaratıyor.

Durumdan vazife çıkaran “Rating” firmaları “kırılganlık arttı” diyerek notumuzu indiriyor.

Bu not kırmalar, sonun başlangıcı.

Çünkü kırılganlık arttıkça sıcak döviz girişi azalıyor
Üstelik döviz arzı azalırken, talebi artıyor
Sonuçta döviz fiyatı yükseliyor

Döviz fiyatının yükselmesi enflasyonu yükseltiyor, yükselen enflasyon döviz fiyatını daha da yukarı itiyor

Oluşan sarmal, bir kriz çıkmadan (IMF'ye gidilmeden) durmuyor

“Rating”i düşen Türkiye'nin dış borçlanmaya ödediği döviz faizi fahiş çıkıyordu.

Hazine'nin son Eurobond ihracında beklenen dolar faizi % 8 oldu.
Uzun yılardır bu devam eden “faiz artırarak enflasyonu düşürme” girişimlerimiz enflasyon artışıyla sonuçlanmış olduğunu her zaman görüyoruz.

Çözüm önerisi vermeyeceğim dedim ama
Ben olsam;
Hükümetlerin  yerinde, ne yapıp edip
Cari fazlası vermesi sağlamak isterdim.
Yani “Ayağımı Yorganıma Göre Uzatırdım.”

Ama bunu “Halk Sevmez”
Yani harcamayan hükümeti, halk her zaman iktidardan düşürmüştür.


 

Enflasyon

Vikipedi,


İlk tanımda iki durumdan bahsedilmektedir:
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışını ifade eden bir durumdur. Diğer bir tanımı nominal millî gelirin, bu gelirle satın alınan mal miktarına (gerçek millî gelire) nazaran artması yani şişmesi demektir. Deflasyonun tersidir.

Birinci olarak tek bir fiyat ya da fiyat grubu değil, fiyatlar genel seviyesi gösterge alınmaktadır.

İkinci olarak artışın bir kereye ya da birkaç defaya mahsus olmadığı, sürekli olduğu vurgulanmaktadır.

Fiyatların genel seviyesi, ekonomide seçilen belli bir mal ve hizmet kümesinin (sepetinin) parasal karşılığıdır. Fiyatlar, mal ve hizmetlerle dolaşımdaki para miktarı arasındaki dengeye göre oluşur. Para miktarındaki artış (emisyon), mal ve hizmet miktarındaki artış (büyüme) ile dengeli olursa fiyatların genel seviyesi değişmez. Ama bunlardan biri diğerinden fazla üretilirse az üretilen kıymetli hale gelir.

Avrupa'da ilk enflasyon

Avrupa'nın enflasyonla ilk karşılaşması olan fiyat devrimi ilk olarak tefecilerin günahkarlıklarına bağlandı. 1550'den itibaren de, Salamanca Üniversitesinin araştırmaları yoluyla İspanyol altınının ve gümüşünün kıta içine akmasına bağlandı. "İspanya'yı yoksul yapan" diye yazıyor bir yorumcu "onun zenginliğidir". Çağdaş tarihçilerin görüşü fiyatların vahşice dalgalanması ve hükümetlerin bununla başedebilmek için madenî paralarındaki altın ve gümüş miktarını tekrar tekrar azaltma çabalarıyla bulansa da, on altıncı yüzyıldaki genel eğilimin düzenli fiyat artışı olduğu tümüyle ortadadır. Örneğin madenî para kaynağı kısmen kısıtlı olan Fransa'daki tahıl fiyatları 1600'de 1500'e göre yedi kat fazlaydı.

Talep ve maliyet enflasyonu

Enflasyon, genellikle talep şişkinIiği ve maliyet masraflarının kabarmasından ileri gelebilir. Maliyet enflasyonu ile talep enflasyonu, tavukla yumurta gibi, biri diğerinin sebebidir. Her ikisinin sebebi de ekonomide dengelerin bozulmasıdır.

  • Talep enflasyonu: (En çok rastlanan) Talep enflasyonu, para bolluğundan dolayı daha fazla mal ve hizmet talep edilmesine ve fiyatların artmasına yol açan olaydır. Harcamalar ve ihracat toplamının üretim ve ithalat tutarını aşması, talep enflasyonu meydana getirir. Bu çeşit enflasyon moneter (parasal) karakterli olabilir veya olmayabilir. Para ve kredi hacminin genişlemesi harcamalarda artışa ve fiyatlarda pahalılığa sebep olmuşsa, talep enflasyonu moneter karekterIidir.
  • Maliyet enflasyonu: Maliyet enflasyonu, üretilen mal ve hizmetlerin maliyetinin sürekli artmasıdır. Emek, sermaye ve tabii kaynaklar gibi üretim faktörleri, üretilen mal ve hizmetlerin gerçek maliyetini oluşturur. Dolayısıyla bunların piyasa fiyatlarının artması, kaçınılmaz olarak maliyetlerin artmasını gerektirir. Başlıca şu sebeplerle ilgilidir:
    • Dış ticaretin kısıtlanmış bir rejime bağlı bulunması ve gümrük vergilerinin aşırı derecede yüksek olması,
    • Gider - istihlak - istihsal vergilerinin ağırlığı,
    • Mali tekeller ve eksik rekabet koşulları,
    • Faiz haddinin yüksekliği,
    • Toplu sözleşmelerle ücretlere yapılan zamlar,
    • Devalüasyon.

Enflasyonun hız ve şiddet dereceleri

Enflasyonlar, hız ve şiddet derecelerine göre bir takım sınıflara ayrılabilir:

  • Aşırı (hiper) enflasyon: Daima moneter karakterli olan bir talep şişkinliğidir. Emisyonun hızla kabarması, tüketime karşı talebi artırır. Bu, aşırı enflasyonun bir özelliğidir.Aylık enflasyon haddinin bir yıl boyunca en az %50 arttığı ve böylece yıllık enflasyon haddinin yaklaşık 13000 olduğu enflasyon türüdür.Bir enflasyon dolaşımındaki parayı tahrip etmekte, yabancı paraların ya da yabancı parayla mevduat hesapların yerli paranın yerini almasına sebep olur (bu olguya para ikamesi denir).
  • Kronik (müzmin) enflasyon: Moneter karakterli olabilir veya olmayabilir. Bu tip enflasyonun özelliği, hızının düşük fakat süresinin uzun olmasıdır.
  • Belirsiz enflasyon veya sürünen enflasyon: Özelliği fiyat yükselişlerinin yavaş bir tempo izlemesidir. Bu çeşit enflasyonda, para kıymetinin bir yıldan diğerine kaydettiği düşüklüğü çok defa faiz haddi telafi edebilir. Sürünen enflasyon, %3- %8 gibi tek haneli enflasyon haddine denir.
  • Dört nala enflasyon: %25-%80 gibi iki haneli enflasyon haddine denir.

Etkileri

Enflasyon, iktisadî faaliyetin akışını etkiler. Para dağılımı enflasyondan olumsuz etkilenir. Halkın bir kısmının geliri enflasyon hızından fazla ve bir kısmının geliri enflasyon hızından yavaş artar. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir durum hasıl olur.

  • Satın alma gücünde zayıflamalar, sosyal huzursuzluklara yol açar. Spekülasyon kazançlar alınteri kazançlarına üstün gelir. Enflasyondan genellikle dar ve sabit gelirliler (memurlar) çok zarar görür. Çünkü gelirlerinin yükselen fiyat düzeyine intibak etmesi zordur. Ve yine enflasyondan en çok zarar görenler para halinde tasarruf yapmış olanlarla alacaklı bulunanlardır. Para değerini gücü de zayıflar.
  • Buna karşılık enflasyon borçlular için avantajlıdır. Çünkü paranın değeri düştüğü için borçlarını daha kolaylıkla ödeyebilirler.
  • Enflasyon devam ettiği sürece herkes değeri günden güne düşmekte olan parayı elden çıkarıp mala veya gayrimenkule yatırır. Bu yüzden her çeşit mala karşı talep artar. Böylece paranın tedavül sürati artarak para değerinin düşmesine sebep olur.
  • Enflasyon üretim ve kalite üzerinde zararlı etkiler yapar. İş bulma kolaylığı ve kazançların rahatlığı, işçileri ve satıcıları kayıtsız, aldırış etmez davranışlara sürükler. Kolay kazanan ve pervasız harcayan bir zümrenin türemesi; her türlü malın sürülmesi fırsatını doğurur.
  • Enflasyon, dış ödemeler dengesini de sarsar. Sermayeler; para değerinin emin ve para kirasının yüksek olduğu bölgelere açık veya gizli yollardan göç eder. Enflasyon hızı diğer ülkelerden az ise ihracatın tıkandığı ve ithal mallarına rağbetin arttığı görülür. Turizm gelirlerinin gelişme temposu yavaşlar ve vatandaşların dış seyahatlerdeki harcamaları çoğalır.
  • Bütün bu olaylarda para (veya kredi) çokluğundan hareketlenen enflasyon hızlandıkça hızlanır ve artık bunun yanında para miktarındaki artışın etkisi önemsiz kalır.

Türkiye'de enflasyon

Türkiye'de enflasyonTürkiye ekonomi tarihinde sürekli yapısal problemlerden birisidir. Yakın dönem Türkiye tarihinde 1971'den başlayarak 34 yıl süren çift haneli verilerin görüldüğü enflasyonist bir süreç yaşandı. 2000'li yıllarda tek haneli oranlara düşse de 2010'lu yılların sonunda döviz kuru ve fiyat pahalılığı nedeniyle enflasyon yeniden ciddi problemlerden biri halinde geldi.

Tarihçe

YıllarTüketiciToptan
19655.810.8
19665.7-1.7
19678.38.0
19683.76.0
19697.85.2
19708.16.1
197116.523.0
197213.714.9
197316.029.1
197418.619.1
197519.810.4
197616.419.1
197728.036.1
197847.248.8
197956.881.4
1980115.694.7
198133.925.6
198221.924.8
198337.140.1
198449.753.5
198544.238.2
198630.724.5
198755.148.9
198875.269.7
198968.868.0
199060.649.3
199171.163.2
199267.965.7
199371.464.8
1994125.5146.5
199576.065.6
199679.884.9
199799.191.0
199869.754.3
199968.862.9
200039.032.7
200168.588.6
200229.730.8
200318.413.9
20049.313.8
20057,722,66
20069,6511,58
20078,395, 94
200810,068,11
20096,535, 93
20106,48, 87
201110,4513,33
20126,162,45
20137,46,97
20148,176,36
20158,815,71
20168,539,94
201711,9215,47
201820,333,64
201911,847,36
202014,625,15
202136,0879,89

1923-1950 dönemi

Osmanlı döneminde yüksek miktarda emisyon artışı yapılmıştı. I. Dünya Savaşı'nın finansmanı amacıyla Osmanlı Devleti tarafından dolaşımdaki para sürekli artırıldı. 1917 başında 50 milyon lira olan dolaşımdaki kaime (kağıt para) aynı yılın sonunda 100 milyon liraya ulaşmıştı. Bu durum ise piyasadaki ürün fiyatlarının 20 kata varan oranda artmasına ve şiddetli bir enflasyona neden oldu.

Yüksek emisyon artışının getirdiği enflasyon ortamının yeniden yaşanmaması için Cumhuriyetin ilk yıllarında para arzının artırılmamasına gayret edildi. II. Dünya Savaşı koşullarına kadar bu politika izlenerek para arzı ciddi oranlarda artmadı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk lirasına yönelik bir politika belirleyecek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası henüz kurulmamıştı. Büyük Buhran'ın etkileri, ithal ürünlere yönelik aşırı talep, hammadde ve tarım ürünleri fiyatlarındaki gerileme nedeniyle Türk lirasının değerinde aşırı düşüş yaşandı. Buna yönelik "Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu" çıkarıldı. 11 Haziran 1930'da Merkez Bankası kurularak Osmanlı Bankası'nın görev ve yetkilerine son verildi. Merkez Bankası, emisyon artışı politikası izlemeyerek paranın değerinin koruyacak kararlar almıştır. Merkez Bankası kurulduktan sonra diğer ülke para birimleri karşısına Türk lirası değerlenme sürecine girdi.

II. Dünya Savaşı döneminde şiddetli bir enflasyon yaşandı. 1940-1945 yıllarındaki yüksek enflasyona yönelik piyasadaki paranın azaltılması amacıyla savaş döneminde servetini haksız olarak artırdığı düşünülen tüccar, büyük çiftçi ve emlak sahiplerinden 11 Kasım 1942 tarihli varlık vergisi alınmaya başlandı. Ayrıca kırsal kesimdeki halktan toprak mahsülleri vergisi alındı. Varlık vergisi 1 yıl sonra, Toprak Mahsülleri vergisi savaş sonunda kaldırılmasına rağmen piyasadan kayda değer miktarda para çekildi. 1943 yılı sonunda Varlık vergisinden elde edilen gelir 318 milyon liraya ulaşmıştı.

Demokrat Parti dönemi

1950 Türkiye genel seçimleri ile Türkiye'de 10 yıl sürecek Demokrat Parti iktidarı başladı. Demokrat Parti, devlet temelli bir ekonomi anlayışını terkederek daha liberal politikalar uyguladı. Bazı ürünler haricinde ithalat büyük ölçüde serbest bırakıldı. Ayrıca ABD kaynaklı düşük faizli krediler ile Marshall yardımları alındı ve piyasaya para arzı artırılarak üretimin ve kalkınmanın artırılması hedeflendi.

1950'den itibaren uygulanan maliye ve para politikaları ciddi enflasyon artışına yol açtı ve 1954'ten itibaren ise kalıcı bir enflasyona dönüştü. Enflasyonun kalıcı hale gelmesi, karaborsacılığın artmasına yol açarak mallara erişmede uzun kuyrukların oluşmasına neden oldu. Tekel ürünleri, kağıt, kömür, Sümerbank ürünlerin yüzde yüze varan oranlarda yükseldi. Ayrıca dış ticaret dengesinin bozulması ülkede döviz darlığına neden oldu. Ekonomik istikrarsızlık Demokrat Parti iktidarına yeni bir ekonomik program uygulamaya mecbur kıldı. 4 Aralık 1958'de alınan "İstikrar Kararları" ile ithalata sınırlamalar getirilerek ithal mallara olan talebin azaltılarak döviz rezervinin artırılması hedeflendi.

60'lı yıllar

1960 darbesinden sonra libarel ekonomi politikalarından vazgeçilip ve 1963 yılından itibaren yürürlüğe konulan kalkınma planı[1] sayesinde planlı ve düşük enflasyon dönemi yaşanmıştır.

70'li yıllar

10 Ağustos 1970'te Türk ekonomi tarihinde üçüncü büyük devalüasyon yaşandı. (bkz. 10 Ağustos 1970 kararları) 1970'li yıllarda dünyada yaşanan iki büyük petrol krizi nedeniyle istikrarsız piyasa ortamında fiyatlar yükseldi.

1978-1983 döneminde 4. beş yıllık kalkınma planı uygulamaya geçildi ancak program ekonomide istenilen başarıyı sağlayamadı. Özellikle ülkedeki siyasi istikrarsızlık ve güvenlik problemleri kamu yönetiminin etkinliğinin azalmasına ve bütçe açıklarının artmasına yol açtı. Bu kamu açıklarının merkez bankası kaynaklarından karşılanması, ülkede ithal esaslı sanayinin gelişmesiyle döviz ihtiyacının artması ve petrol krizleri nedeniyle enflasyon ciddi oranlarda yükseldi. 1976'da %15 olan enflasyon 1979'da %81'e 1980'de %115'ye kadar yükseldi.

80'li yıllar

1978 ekonomik krizi sonrası alınan tedbirlerin yetersiz kalması 1980 yılında alınan 24 Ocak kararları'nın temelini oluşturur. 24 Ocak kararları ile Türk ekonomisinde köklü değişiklikler yapıldı: Esnek döviz kuru politikasına geçildi, fiyatlar üzerindeki kontrol kaldırıldı ve Türk lirası devalüe edildi ve döviz karşısıda Türk lirası yüzde 32.7 değer kaybetti. Bununla birlikte 24 Ocak kararları ile uygulanan disiplinli politikalar neticesinde kamu maliyesinde önemli ölçüde iyileşme gerçekleşti ve enflasyon gerileme sürecine girdi.[3] 1980 yılında %115,6 düzeyindeki enflasyon 1982 yılı sonunda %21,9'a kadar geriledi. 1983 yılında Turgut Özal'ın başbakan olduğu 45. Türkiye Hükûmeti ile birlikte ihracata dayalı büyüme stratejisine yönelik Türk lirasının değeri düşük tutularak ihracatın artması hedeflendi ve fiyatların piyasa tarafından belirlendiği bir ortamda enflasyon yeniden yükselişe geçti. 1988 yılında enflasyon %73,7 seviyesindeydi.[3]

90'lı yıllar

1994 yılında Türkiye ekonomi tarihindeki en büyük kamu açığı ve cari açık yaşandı. Bunun sonucunda piyasalarda oluşan devalüasyon beklentisiyle dövize olan talebin artması ve kamunun borçlarını ödeyebilmesi amacıyla faizlerin yüzde 400'lere kadar yükselmesi, 5 Nisan Kararlarının alınması ile sonuçlandı. Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonunun oluşturduğu 50. Türkiye Hükûmeti tarafından "enflasyonu hızla düşürmek, TL'de istikrar sağlamak" hedefiyle açıklanan kararlar istenilen istikrarı sağlayamadı. Türk lirası %38 devalüe edildi. ABD doları birkaç ay içinde 8 bin liradan 42 bin liraya kadar yükseldi. 1994 yılı sonunda enflasyon üç basamaklı olarak %125,49'a yükseldi.

Yıllık enflasyon 1997'de yüzde 91'i bulmuştu. Enflasyonla mücadele amacıyla Merkez Bankası tarafından 1998 yılının başında "Enflasyonla Mücadele Programı" uygulamaya konuldu. Program kapsamında uygulanan politikalar neticesinde 1998 yılı sonunda yıllık enflasyon yüzde 54'e düşmüş olsa da enflasyonu tek haneye düşürme amacına ulaşılamadığı için programın başarılı olduğunu söylemek güçtür.

18 Nisan 1999 genel seçimleri sonrasında kurulan 56. Türkiye Hükûmeti, siyasi istikrar ile yeniden enflasyonu düşürme politikası uyguladı. Merkez Bankası tarafından Aralık 1999'da stant-by anlaşması imzalanarak uygulanacak maliye politikaları ve yapısal reformlar belirlendi.

Enflasyon hedeflemesi rejimi

Enflasyonla Mücadele Programı

Dünyada enflasyon hedeflemesi rejimi ilk olarak 1990'da Yeni Zelanda'da uygulanmıştır. Türkiye'de enflasyon hedeflemesi ilk kez 1999'da söz konusu edildi.[Merkez bankası başkanı Gazi Erçel ve hazineden sorumlu devlet bakanı Recep Önal'ın imzası ile Uluslararası Para Fonu'na (IMF) 9 Aralık 1999'da sunulan iyi niyet mektubunda enflasyonun hedeflenen değerlere düşürüleceği ifade edildi. Enflasyonun son 25 yıldır Türkiye'nin ekonomik performansını zayıflattığı, Türk lirasına güveni sarsarak yüksek faize neden olduğu ve bu ekonomik durumdan en fazla zarar görenlerin ücret karşılığı çalışan kesim olduğu ifade edilerek enflasyonun düşürülmesinin ekonomik kaynakların eşit ve etkin dağıtılmasını sağlayacağı vurgulandı

Enflasyonla mücadelede 2000 yılı sonu enflasyon hedefinin tüketici fiyat endeksinde (TÜFE) yüzde 25, toptan eşya fiyat endeksinde (TEFE) yüzde 20; 2001 yılı sonu için TÜFE'de yüzde 12, TEFE'de yüzde 10; 2002 sonunda ise tek haneye düşerek TÜFE'de 7, TEFE'de 5 olacağı hedeflendi.

İmzalanan 17 Stand-By Anlaşmasına göre 2000-2002 yılları arasındaki üç yıllık dönemin ilk 18 aylık sürede döviz kuru çapası uygulanarak döviz kurunun sabit tutulacağı, ikinci 18 aylık sürede ise döviz kurlarının serbest bırakılacağı kararlaştırıldı ve enflasyon hedeflemesine geçileceği açık bir şekilde ifade edildi. Buna karşın 2001 yılı ekonomik krizi nedeniyle döviz kurları planlanandan önce serbest bırakılmış ve enflasyon hedefleme stratejisininin uygulanabileceği ekonomik bir ortam kalmamıştır.

2001 Türkiye ekonomik krizi

14 Ocak 1970 tarihli Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kanununa göre kamu açıklarını Banka kaynakları ile karşılama imkanı bulunmaktaydı. Enflasyon hedefleme politikası uygulanabilmesinin ön koşullarından biri Merkez Bankası'nın bağımsız karar alabilme yeterliliğinin olmasıdır.[9] 2001 yılında Merkez Bankası kanununda değişikliğe gidildi ve Banka bağımsızlığı'nın sağlanmasında önemli bir aşama olarak kabul gören 25.04.2001 tarihli düzenleme yapıldı. "...Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler..." hükmü eklendi.

19 Şubat 2001 tarihinde beklenmedik bir şekilde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında anayasa kitapçığı krizi meydana geldi ve kısa süre içinde 2001 Türkiye ekonomik krizi olarak bilinen ekonomik bir krize dönüştü. Çözüm olarak 13 Mart 2001 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit tarafından ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına Kemal Derviş getirildi ve Dünya Bankası gözetiminde hazırlanan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" kamuoyuna duyuruldu.

3 Mayıs 2001 tarihinde IMF'ye yeni bir niyet mektubu sunuldu ve 17. stand-by anlaşması revize edildi. Ekonomik Politikalar Bildirgesi'ne göre fiyat istikrarı politikasına devam edileceği ve enflasyon hedeflemesi staratejisinin uygulanabileceği ekonomik koşulların en kısa sürede sağlanacağı belirtildi. 2001 ekonomik krizinin etkilerinin devam etmesi ve 11 Eylül saldırıları ile dünya piyasalarındaki olumsuzluklar nedeniyle mevcut stant-by anlaşmasının ihtiyaçlara cevap veremeyeceği düşüncesiyle yeni bir niyet mektubu ile 18. stant-by anlaşması talep edildi. Yeni programda 2002, 2003 ve 2004 yılları için yüzde 35, 20 ve 12 enflasyon oranları hedeflenmiş olsa da fiili olarak enflasyon odaklı bir strateji uygulanamadı. Bu nedenle 2000-2004 yılları arası dönem Merkez Bankası tarafından örtük enflasyon hedefleme dönemi olarak tanımlanır.

Örtük enflasyon hedefleme dönemi

1999 yılından itibaren enflasyon hedeflemesi sürekli gündemde kalmış olsa da fiili olarak uygulamaya geçilmesi 2004 bulmuştur. Bu nedenle 2002-2005 yılları arası dönemde uygulanan politika "Örtük Enflasyon Hedeflemesi Stratejisi" olarak nitelendirilir.

Açık enflasyon hedefleme dönemi

Enflasyon hedeflemesi rejimi resmi para politikası olarak 2006'da uygulanmaya başlandı. Bu tarihten itibaren enflasyon hedeflenen oranlara düşmemiş olsa da 1990'lı yıllardaki gibi aşırı dalgalı ve enflasyonist oranlar yaşanmadı ve yıllar itibarıyla belirli bir düzeydeki yerini korudu.

Enflasyonun hesaplanması

Türkiye'de enflasyonun hesaplanması Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yerine getirilir. Ayrıca 2001 yılı Ağustos ayından itibaren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından resmi bir nitelik taşımayan Beklenti Anketi yapılmaktadır. Enflasyon, döviz kuru, büyüme oranı, vb. makro göstergelere ilişkin finans, ticaret, iş dünyası çevrelerinden katılımcıların cevaplarıyla oluşan anket altı aylık periyotlar halinde yayınlanmaktadır.

Tüketici fiyat endeksi

Tüketici fiyat endeksi ya da kısaca TÜFE, halkın kullandığı temel tüketim ürünlerindeki fiyat artışı üzerinden hesaplanan endekstir. Buzdolabı, televizyon gibi dayanıklı tüketim malları, ekmek, domates gibi dayanıksız ürünler ile eğitim, ulaşım, konut masrafı, vb. ürünlerden oluşan bir sepet üzerinden hesaplanır. Dünyada da en çok kullanılan fiyat endeksidir. Kullanımı yaygınlığı nedeniyle Avrupa ve Amerika başta olmak üzere Türkiye'de de enflasyon oranı denildiğinde bakılan ilk endeks Tüfe'ye göre hesaplanan enflasyon oranıdır.

Üretici fiyat endeksi

GSYH deflatörü

Gayri safi yurt içi hasıla'yı oluşturan tüketim, yatırım, kamu harcamaları, ihracat gibi tüm fiyat birimleri üzerinden hesaplanır. GSYH enflasyon sepeti ülke için üretim durumuna bağlı olarak sürekli güncellenir ve yalnızca yurtiçinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarını kapsar.

Senyoraj geliri

Devlet bizzat enflasyona yol açarak ya da mevcut bir enflasyon ortamından faydalanarak gelir sağlayabilir. Özellikle bütçe açıklarının kapatılması olmak üzere devletin bu yolla kendi satın alma gücünü ve gelirlerini artırmak mümkündür.

Normal şartlarda para arzı piyasalar üzerinde enflasyon baskısına neden olabilir. Türkiye gibi büyümekte olan ülkelerde ise bu para arzı, ekonominin reel olarak büyümesi sonucu oluşan para talebinden daha fazla değilse ciddi bir enflasyonist baskı oluşturmaz. Bu sayede de devlet para basarak senyoraj geliri olarak tanımlanan gelir elde edebilir. Öte yandan enflasyon oranındaki her düşme senyoraj gelirinin artmasını sağlamaktadır.

Etkileri

Enflasyon vergisi

Para arzı sonucunda oluşan enflasyon neticesinde halkın satın alma gücü azalmakta, bu durum da devletin para basması sonucu oluşan maliyeti halkın üstlendiği anlamına gelir. Literatürde enflasyon vergisi olarak tanımlanan bu durum Türkiye tarihinde 1990'lı yıllarda yaşandı.

Enflasyon belirsizliği

Yüksek ve sürekli bir enflasyon geleceği öngörememe ve gelecekle ilgili endişelere sebep olmaktadır. Bu durum da yatırım, istihdam, faiz oranları, ekonomik büyüme, vb. birçok etkiye yol açar.

Türkiye'de sık hükûmet değişikliklerinin yaşanmasına bağlı olarak ekonomi politikaları da kısa sürelerde değişikliğe uğramaktadır. Türkiye ekonomi tarihi'nde yaşanan ekonomik krizler ve devalüasyonlar enflasyonun oranlarının gelecek için belirsizliğini artırmakta ve tahmin edilebilirliğini azaltmaktadır. Beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon arasındaki farkın açılması ise bazı ekonomik sonuçlara yol açmaktadır.

Maaş zammı beklentisi

Türkiye'de işçiler için asgari ücretin belirlenmesinde ve kamu kesiminde çalışan memur maaşlarına yapılacak zam oranının hesaplanmasında Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan yıllık enflasyon oranları önemlidir.

Siyasi söylem

İşçi, emekli ve memur maaşlarına zam yapılması Türkiye'de birçok seçim kampanyasında siyasi söylem olarak kullanıldı. "İşçiyi enflasyona ezdirmedik", "Emeklilere enflasyonun üzerinde zam yaptık", vb. ifadeler siyasetçiler tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Öte yandan muhalif partiler tarafından da işçi, emekli, memur maaşlarına yapılan zamları eleştirmek amacıyla fiyat pahalılığı ve geçim zorluğu sıklıkla gündeme getirilir.

Yakın tarihte gıda fiyatlarında yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde özellikle büyükşehirlerde olmak üzere tanzim satış yerleri açıldı. Tüketicinin temel gıda tüketim ürünlerini uygun fiyat ile alabilmesinin amaçlandığı tanzim satış yerleri seçimlerden sonra kapandı.

Ekonomik sonuçları

Yatırım ve tasarruflara etkisi

Enflasyonun yüksek olması Türk lirasının değerinin azalmasına neden olduğundan özellikle ücretli kesim tasarruflarını döviz ve altın gibi başka alanlarda tutmaktadır. Yüksek enflasyon ortamında yatırım maliyetlerini hesaplamak güçleşeceğinden yatırımcılar riske girmek yerine daha güvenilir yatırım araçlarına yönelmektedir.

Sosyal sonuçları

Halkın bugünü ve geleceği için duyduğu güven duygusunu zedeleyerek belirsizlik ortamı yaratır ve tüm toplum kesimlerini ve bireyleri tahrip eder. Kişilerin çalışarak elde ettiği gelir ve tasarrufların beklenen satın alma gücünü sağlamadığını gören insanlarda güven duygusu azalır. "Alın teri" diye tanımlanarak yüceltilen çalışma yerine kısa ve kolay yoldan para kazanmaya ilgi artar. Bu durum tüm sosyal ve ekonomik ilişkileri etkileyerek bireyler arasında ahlaki olmayan davranışların yaygınlaşmasına neden olur.

Gelir dağılımı üzerindeki bozulmanın bir sonucu olarak özellikle kendini koruma şansı az olan sabit gelirli çalışan kesim üzerindeki ekonomik baskı artar ve özellikle bu kesimin yoksullaşmasına yol açar.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneler Günü İçin 3 Derleme

Kağıt Bardak ve Makam

Yaşam Trenimiz

Bilge ve Cahil

Sultan Abdülaziz’in Dişi Ağrımamış Olsa idi. Gezi Parkı Davası Olmayacaktı. Niye Aron Angel İlgisi Var ve Belediye Seçimi

Afrika Niye Önemli

Unutulmaz Film Sahneleri ve Müzikleri _ 2

Hayattan, Edebiyattan, Tarihten ve Filozoflar gibi Ünlü Kişilerin Sözler ve Videolar Serisi _ 040

Bazen Önüne Gelecek Çok Büyük Fırsatı, Aslında Fırsat Olmadığını Görebilen Kişi Olmak. Sizi Sony Yapabilir

Film Önerim _ Bitmeyen Sınav (12th Fail) _ Biyografi _ Hindistan _ 2023 _ İmdb 9,1